Ağustos 27, 2009

Bir aşk hikayesi


Onları ilk tanıdığımda 1987 yılının Eylül ayı idi.Lisenin Ağaçlıklı, koyu gölgeli bahçesinde,havuzun kenarında öğretmenler olarak toplanmış,birbirimizi tanımaya çalışıyorduk.Bizler bir grup 5-6 yıllık öğretmenler olarak değişik yerlerden gelmiş,nisbeten kıdemli coğrafya,ingilizce,Tarih vb.öğretmenleriydik.Aramızda gençler de vardı.Öğretmenliklerinin ilk yılı idi.Nasıl oldu da ilk yılda buraya geldiler sorusu konuştukça cevabını buldu.Milli eğitimin öğretmenlik sınavında en yüksek puan alan öğretmenlerdi ve Fen Lisesinde çalışmayı hakediyorlardı.
Fikriye Edebiyat öğretmeniydi.Bıcır bıcır,dinamik ve bilinçli bir öğretmen.Ana- babası Afyon tarafından kalkıp İzmir'e yerleşmiş,orada ev düzen kurmuşlar.İzmirli bir genç kız.Esmer,güzel konuşan,sık sık gülen ,akıllı bir genç insan.
Abdülgaffar ise tamamen farklı bir genç adam.İri yarı denecek vücudu ile ilk görüşte kaba izlenimi verebilecek biri ama konuşmaya gülerek başlaması ile ondaki inceliği,iyi kalpliliği,bilgi birikimini görmemek mümkün değil.Hatay'ın bir ilçesinden.sanırım aslen Arap,ya da Türkmen bilemiyorum.Ama güney insanı neticede.İzmir nereee,Hatay nere.Fikriye'den ne kadar da farklı biri.
Dersler başlayıp ilerledikçe öğretmenler arasındaki arkadaşlıklar da ilerledi.Fikriye ve Abdül sürekli bahçede birlikte oturuyorlar, konuşuyorlar,birlikte yürüyorlardı.Sanırım ilk yıl her ikisi de okulun yatakhanesinde kalıyorlardı.Bu nedenle sürekli birlikte olmalarını anlamak okul arkadaşı olarak görmemize sebep oluyordu.Yılın ortalarında aralarındaki aşk ortaya çıktı.Artık öğretmenevi bahçesinde,Gaziantep pasajlarında sürekli birlikteydiler.Nişanlandıklarını ve evleneceklerini okullar tatil olurken öğrendik.Birbirlerine pek yakışan iki kumru gibiydiler.Yaz sonu düğünlerine gittik Hatay'a. Yemek yedik,güldük eğlendik.
Fikriye ve Abdül'den oluşan yeni aile yakınımızda küçük bir ev tutmuş ve yerleşmişlerdi.Fatma hep Abdül derdi eşine.Ev küçük olunca eşyaların azlığı da fazla göze batmıyordu.Aileler pek varlıklı değildi.Gençler elde avuçta olanla,borç harç içinde temel eşyaları almışlar,hatta pencerelere perde alamadık,gazete kapladık, deyip gülüyorlardı.Ev yavaş yavaş yuva haline gelecekti.
Birgün duyduk ki Abdül'lere hırsız girmiş..Bunlar gece uyurlarken evlerine hırsız girmiş,yatağın başucundaki Abdül'ün pantolonundan paraları almış,evi araya araya ne bulduysa işine geleni alıp çıkmıştı.Başa gelene bak.
Yıl onlar için zor geçmeye başlamıştı.Okul idaresi siyasi görüşlerinden dolayı gençlerin peşine düşmüştü.Ne okuyorlar,okutuyorlar,sınıfta öğrencilere ne demişler,ne ödev vermişler,dolaplarında hangi kitaplar varmış derken bunalttılar.Sarı zarfın biri gidiyor biri geliyordu.(Sarı zarf soruşturma içeren yazıların gidip geldiği zarflardır ki içinde ne olduğu açılmadan bilinir.)Yıl sonu geldiğinde onlar da artık bu okulda çalışmanın zorluğu ve doğabilecek sonuçlar konusunda iyice düşünüp taşınmışlar ki bir sonraki yıl için yeni işlerine başvurmuşlar.Abdül Üniversite'ye ingilizce okutmanı olarak geçti.Bundan sonra onu artık üniversite'de görebilirdik.Yurtdışı eğitimleri,Başka bir şehirdeki seminerler derken o bir üniversite hocası oldu gitti.
Fikriye de yeni açılan bir dershaneye öğretmen olarak başladı.Onun da adı dersanecilikte büyüdü gitti.Aile bu zorluklara rağmen gayet mutlu günlerini geçiriyordu.Giderek gelirleri artmış,özel derslerden elde edilen kazançlar derken ev almışlar,eşya almışlar ,araba almışlar halleri vakitleri epeyce iyileşmişti.Hırslı kızdı Fikriye.
Her ailede beklenen olmuş ve ana-baba olmuşlardı.Efe, babası gibi topluca,şirin bir bebek olarak aileye mutluluk katmıştı.çok mutlulardı çooook.
Biz 1994'de oradan tayin olduktan sonra öğrendik Fikriye'nin hastalığını.Fikriye kanserdi.sanırım epeyce de ilerlemiş.Yapılan tedaviler sonuç vermedi ve genç yaşta Fikriye'yi kaybetik.Aşkla doğan bir aile bozulmuştu.
Bazen düşünüyorum da bu Dünya'da neden sorusunu sormamak gerek diyorum.Benim yaşadıklarım neden dedin mi,kafa iyi kötü her sebebi kafaya üşüştürüyor.Sonra kafa, dumanlanmaya,takıntılar oluşturmaya başlıyor.Nedeni yok.Geçmişi önümüze gelecek olarak koymamak gerek.Nedense neden,oldu bitti.Yeni güne bakmak lazım.
Abdül'e de Allah sabır verdi.Çocuğunu büyüttü.sanırım evlenmedi bir daha.Bilemiyorum,çünkü uzun zamandır görmedim.Görmesem de kalbimdeki bir dostum.Önemli olan bu galiba.Kalplerde kalabilmek.

Ağustos 04, 2009

53 Yıllık Evlilik


53 YILLIK EVLİLİK NE DEMEK?
Sabah herzamanki gibi 9'da kalktım.Kahvaltının ardından yürüyerek sahile vardığımda herzaman denize girip altında kitap okuduğum ağaç altının bulunduğu ve benimmiş gibi benimsediğim alan kapatılmıştı.Birkaç gündür gençler windsurf şampiyonası yapacağız diye sahilin bir kısmı bizlere kapatılmış, buraya sporcular malzemelerini yerleştirmişlerdi.Biraz daha yürüyüp güzel bir sahil ve gölgeli ağaçlıklı bir kısım buldum.Herkes benim gibi erkenci olmadığından boş şezlong bulmak sorun olmadı.Yan tarafta yaşlıca bir erkek ile simsiyah bir kadın şezlonglarında uzanıyorlardı.Biraz sonra kadın ayağa kalktı.Simsiyah olmuş, adeta marsık gibi bir kadın.Kısa boylu topluca ama o kadar güzel gülen gözleri var ki canlılık fışkırıyor.Merhaba dedikten sonra kısa bir hasbıhal ettik.
Daha sonra kadın ayakta iken kocasına doğru elini uzattı ve onun koluna girip sahile kadar götürdü.Kadının diğer elinde de makarna tabir edilen ve süngerden yapılma suya batmamayı sağlayan malzeme verdı.Elinden tutarak denize götürdüğü adamın koltuk altlarından geçirdiği makarnanın uçlarından tutup adamı 50-60 cm lik denizde bir ileri birgeri götürerek yüzdürdü.Yeterince denizde kaldığına kanaat getirdikten sonra yine adamın elinden tutup yavaş yavaş dinlendikleri şezlonga geldiler.
Bir süre sonra konuştukça onları daha iyi tanıdım ve tanıdıkça gözümde insanlıkları büyüdü.Kadın Selanik göçmeni bir ailenin kızı idi.Anne baba uzun yıllar önce İstanbulun bir ilçesine gelip yerleşmişler.İstanbul'un bomboş olduğu yıllar tabii.
Türkiye Cumhuriyetini sizin Selanikliler kurmuş, dedim.ATATÜRK ve çoğu subay Selanikli imiş.
Evet, dedi.Öyledir sanırım.Türkiye'ye geldikten sonra doğduğundan fazla derinlemesine bilmiyordu.Eşi SSK'dan emekli olmuş ama aileden zenginlerdi sanırım.Kadın İstanbul dışında Anadolu'da sadece Ankara'yı ve eşinin memleketi Kayseri'yi görmüş.O da 1-2 günlük ama sahillerde gezmedikleri yer kalmamış.Yıllar içinde çocukları olmuş,büyümüşler,onları torunlar izlemiş.
Son yıllarda erkekte demans denilen bunama belirtileri görülmüş.hareket etmede zorluklar yaşamaya başlamış.Ben bir sonraki gün gördüğümde adam -Sebahattin abi adı -elinde 2 plastik bardakla eşine ve kendine içecek götürüyordu.Demekki zaman zaman hareket etmekte sorun yaşıyordu , her şeye rağmen ben hala iyiyim ve yapabiliyorum demek istercesine .Yaş 80 olmuş .Normal belki de.
Kadın gülen gözleriyle:çok iyi bir insandır diyordu ,eşi için.Bir çocuk gibi gülerek onu suya sokuyor,hiç yüksünmeden getirip götürüyordu.Biz bakacağız birbirimize diyordu.Yoksa kim bakacak?
İnşallah seneye de burada görüşürüz, dedim onlara.Nasip,bakalım sağlığımız elverecek mi ? Dedi kadın. Yakın zamanda içinde bir çekilme hissetmiş.Hastaneye kaldırmışlar.Tahliller derken sonunda anlaşılmış.Mağnezyum -tuz- o kadar aşağı seviyedeymiş ki neredeyse ölüme bir adım kalmış.Allah korumuş.
Günümüzün kişisel çıkarlara dayalı ,en küçük meselede bitmeye hazır ve kısa süreli evlilikleri karşısında 53 yıl süren ve sadece insan olarak yanyana yürüyen ,içleri karşılıklı sevgi ve saygıyla dolu böyle insanlar da var daha.