Aralık 03, 2009

BİG LEBOWSKİ VE DİĞERLERİ


MERHABA
Bu yıl çalışma isteği oluşunca bi okul buldum ve başladım .Ancak okul öylesine doldurdu ki zamanımı yazı yazmaya değil iki yanımı görmeye vaktim kalmadı.Neyse gelelim günümüze.
Bayram geldi ve geçti.Sonbahar geldi ve geçti.Küçük oğlan geldi gitti.Ben ne yaptım?Dinlendim.Denizli fotoğraf topluluğunun toplantılarına katıldım.Her fotoğraf üzerine tartışmalarını izledim.Bir pazar günü kendi başıma Hisar köyüne gidip (dolmuşla),köyde gözleme,çay,İsrail deresine yürüyüş derken dönüp geldim.
Coen Kardeşleri keşfettim.Coen kardeşler adından da anlaşılacağı gibi 2 yahudi.Sinemaya farklı bir bakış açısı getirmişler.Bir film başladıktan sonra diğer amerikan filmlerinde olduğu gibi gitmiyor olaylar.Bakıyorsunuz hiç olmayacak bir yerde sonlanmış.Big Lebowski,Orada olmayan adam,aramızda casus var,filmlerinden bazıları.Bunları izledim ve çok beğendim.Bir de 'yaşlılara yer yok 'var ama o yok elimde.Tavsiye ederim bulabildiklerinizi izleyin.
Bir de Soner Yalçın'ın '' Bu dinciler o Müslümanlara benzemiyor'' adlı kitabına başladım ama daha bitmedi.
Başka başka,ev aldım,2 vakte kadar taşınacağım...Başka da haber yok.Taaa sömestr tatilinde yazarım gari.Hadi baş baş...

Ekim 05, 2009

Başkarcı-Ornaz Vadisi




Hafta sonu trekking'deydim.Başkarcı kasabasındaki Ornaz vadisi çok güzel bir rota'ya sahip.Facebook'tan bulduğum Dendosk adlı (Denizli Doğa sporları kulübü) grupla beraber Çıktık.Yaklaşık 5 km kadar bir yol ama patika olduğundan yürüme yoruyor.Yine de tepedeki yayla'da yaptığımız kahvaltı-öğle yemeği (Brunch) güzeldi.Sarmalar,yufkalar,çaylar derken üstüne alıç,taze ceviz yiyerek hoş bir gün geçirdik.

Eylül 30, 2009



Bafa Gölü güzel bir yer ama heryer insanla güzelleşiyor.Alın size Bafa'dan insan manzaraları

Eylül 24, 2009

BAFA GÖLÜ



Yıllardır Didim Akbük'e gider gelirim.Zaman zaman Bodrum'a giderken de Bafa gölünün yanından geçerim.Bafa Gölü kıyıları ve Bafa gölü -Heraklia antik kenti- ile ilgili o kadar çok övgü duydum ki dayanamayıp sonunda gezmeyi başardım.Kendimi tebrik ederim.
Heraklia Antik çağlarda Ege Denizinin kıyılarında bulunan bir kent.Yakınında bulunan kaya içlerine oyulmuş mağaralarda 3-4.000 yıl eskiye giden duvar resimleri de bulunuyor.Burası zamanla Körfezin önünün aluvyonlarla kapanması sonucu denizden kopmuş ve bir göl halini almış.
Bugün bu antik eserlerin üzerinde bir köy var.Kapıkırı.Şehir meclisi'nin olduğu yerde bir ev,ahır,eşekler bulunuyor.Yıllar önce bir Alman buraları gezip,fotoğraflayıp kitaplaştırmış ama Türkçesi yıllar sonra yayınlanmış.
Gölkaya köyünde yılanbalığı yiyip tepeye çıkan su borusunı izleyen bir patika ile Manastır'a ulaşabilirsiniz.
Heraklia,Gölkaya,Bafa Gölü,mutlaka gezin.Tavsiye ederim.

Ağustos 27, 2009

Bir aşk hikayesi


Onları ilk tanıdığımda 1987 yılının Eylül ayı idi.Lisenin Ağaçlıklı, koyu gölgeli bahçesinde,havuzun kenarında öğretmenler olarak toplanmış,birbirimizi tanımaya çalışıyorduk.Bizler bir grup 5-6 yıllık öğretmenler olarak değişik yerlerden gelmiş,nisbeten kıdemli coğrafya,ingilizce,Tarih vb.öğretmenleriydik.Aramızda gençler de vardı.Öğretmenliklerinin ilk yılı idi.Nasıl oldu da ilk yılda buraya geldiler sorusu konuştukça cevabını buldu.Milli eğitimin öğretmenlik sınavında en yüksek puan alan öğretmenlerdi ve Fen Lisesinde çalışmayı hakediyorlardı.
Fikriye Edebiyat öğretmeniydi.Bıcır bıcır,dinamik ve bilinçli bir öğretmen.Ana- babası Afyon tarafından kalkıp İzmir'e yerleşmiş,orada ev düzen kurmuşlar.İzmirli bir genç kız.Esmer,güzel konuşan,sık sık gülen ,akıllı bir genç insan.
Abdülgaffar ise tamamen farklı bir genç adam.İri yarı denecek vücudu ile ilk görüşte kaba izlenimi verebilecek biri ama konuşmaya gülerek başlaması ile ondaki inceliği,iyi kalpliliği,bilgi birikimini görmemek mümkün değil.Hatay'ın bir ilçesinden.sanırım aslen Arap,ya da Türkmen bilemiyorum.Ama güney insanı neticede.İzmir nereee,Hatay nere.Fikriye'den ne kadar da farklı biri.
Dersler başlayıp ilerledikçe öğretmenler arasındaki arkadaşlıklar da ilerledi.Fikriye ve Abdül sürekli bahçede birlikte oturuyorlar, konuşuyorlar,birlikte yürüyorlardı.Sanırım ilk yıl her ikisi de okulun yatakhanesinde kalıyorlardı.Bu nedenle sürekli birlikte olmalarını anlamak okul arkadaşı olarak görmemize sebep oluyordu.Yılın ortalarında aralarındaki aşk ortaya çıktı.Artık öğretmenevi bahçesinde,Gaziantep pasajlarında sürekli birlikteydiler.Nişanlandıklarını ve evleneceklerini okullar tatil olurken öğrendik.Birbirlerine pek yakışan iki kumru gibiydiler.Yaz sonu düğünlerine gittik Hatay'a. Yemek yedik,güldük eğlendik.
Fikriye ve Abdül'den oluşan yeni aile yakınımızda küçük bir ev tutmuş ve yerleşmişlerdi.Fatma hep Abdül derdi eşine.Ev küçük olunca eşyaların azlığı da fazla göze batmıyordu.Aileler pek varlıklı değildi.Gençler elde avuçta olanla,borç harç içinde temel eşyaları almışlar,hatta pencerelere perde alamadık,gazete kapladık, deyip gülüyorlardı.Ev yavaş yavaş yuva haline gelecekti.
Birgün duyduk ki Abdül'lere hırsız girmiş..Bunlar gece uyurlarken evlerine hırsız girmiş,yatağın başucundaki Abdül'ün pantolonundan paraları almış,evi araya araya ne bulduysa işine geleni alıp çıkmıştı.Başa gelene bak.
Yıl onlar için zor geçmeye başlamıştı.Okul idaresi siyasi görüşlerinden dolayı gençlerin peşine düşmüştü.Ne okuyorlar,okutuyorlar,sınıfta öğrencilere ne demişler,ne ödev vermişler,dolaplarında hangi kitaplar varmış derken bunalttılar.Sarı zarfın biri gidiyor biri geliyordu.(Sarı zarf soruşturma içeren yazıların gidip geldiği zarflardır ki içinde ne olduğu açılmadan bilinir.)Yıl sonu geldiğinde onlar da artık bu okulda çalışmanın zorluğu ve doğabilecek sonuçlar konusunda iyice düşünüp taşınmışlar ki bir sonraki yıl için yeni işlerine başvurmuşlar.Abdül Üniversite'ye ingilizce okutmanı olarak geçti.Bundan sonra onu artık üniversite'de görebilirdik.Yurtdışı eğitimleri,Başka bir şehirdeki seminerler derken o bir üniversite hocası oldu gitti.
Fikriye de yeni açılan bir dershaneye öğretmen olarak başladı.Onun da adı dersanecilikte büyüdü gitti.Aile bu zorluklara rağmen gayet mutlu günlerini geçiriyordu.Giderek gelirleri artmış,özel derslerden elde edilen kazançlar derken ev almışlar,eşya almışlar ,araba almışlar halleri vakitleri epeyce iyileşmişti.Hırslı kızdı Fikriye.
Her ailede beklenen olmuş ve ana-baba olmuşlardı.Efe, babası gibi topluca,şirin bir bebek olarak aileye mutluluk katmıştı.çok mutlulardı çooook.
Biz 1994'de oradan tayin olduktan sonra öğrendik Fikriye'nin hastalığını.Fikriye kanserdi.sanırım epeyce de ilerlemiş.Yapılan tedaviler sonuç vermedi ve genç yaşta Fikriye'yi kaybetik.Aşkla doğan bir aile bozulmuştu.
Bazen düşünüyorum da bu Dünya'da neden sorusunu sormamak gerek diyorum.Benim yaşadıklarım neden dedin mi,kafa iyi kötü her sebebi kafaya üşüştürüyor.Sonra kafa, dumanlanmaya,takıntılar oluşturmaya başlıyor.Nedeni yok.Geçmişi önümüze gelecek olarak koymamak gerek.Nedense neden,oldu bitti.Yeni güne bakmak lazım.
Abdül'e de Allah sabır verdi.Çocuğunu büyüttü.sanırım evlenmedi bir daha.Bilemiyorum,çünkü uzun zamandır görmedim.Görmesem de kalbimdeki bir dostum.Önemli olan bu galiba.Kalplerde kalabilmek.

Ağustos 04, 2009

53 Yıllık Evlilik


53 YILLIK EVLİLİK NE DEMEK?
Sabah herzamanki gibi 9'da kalktım.Kahvaltının ardından yürüyerek sahile vardığımda herzaman denize girip altında kitap okuduğum ağaç altının bulunduğu ve benimmiş gibi benimsediğim alan kapatılmıştı.Birkaç gündür gençler windsurf şampiyonası yapacağız diye sahilin bir kısmı bizlere kapatılmış, buraya sporcular malzemelerini yerleştirmişlerdi.Biraz daha yürüyüp güzel bir sahil ve gölgeli ağaçlıklı bir kısım buldum.Herkes benim gibi erkenci olmadığından boş şezlong bulmak sorun olmadı.Yan tarafta yaşlıca bir erkek ile simsiyah bir kadın şezlonglarında uzanıyorlardı.Biraz sonra kadın ayağa kalktı.Simsiyah olmuş, adeta marsık gibi bir kadın.Kısa boylu topluca ama o kadar güzel gülen gözleri var ki canlılık fışkırıyor.Merhaba dedikten sonra kısa bir hasbıhal ettik.
Daha sonra kadın ayakta iken kocasına doğru elini uzattı ve onun koluna girip sahile kadar götürdü.Kadının diğer elinde de makarna tabir edilen ve süngerden yapılma suya batmamayı sağlayan malzeme verdı.Elinden tutarak denize götürdüğü adamın koltuk altlarından geçirdiği makarnanın uçlarından tutup adamı 50-60 cm lik denizde bir ileri birgeri götürerek yüzdürdü.Yeterince denizde kaldığına kanaat getirdikten sonra yine adamın elinden tutup yavaş yavaş dinlendikleri şezlonga geldiler.
Bir süre sonra konuştukça onları daha iyi tanıdım ve tanıdıkça gözümde insanlıkları büyüdü.Kadın Selanik göçmeni bir ailenin kızı idi.Anne baba uzun yıllar önce İstanbulun bir ilçesine gelip yerleşmişler.İstanbul'un bomboş olduğu yıllar tabii.
Türkiye Cumhuriyetini sizin Selanikliler kurmuş, dedim.ATATÜRK ve çoğu subay Selanikli imiş.
Evet, dedi.Öyledir sanırım.Türkiye'ye geldikten sonra doğduğundan fazla derinlemesine bilmiyordu.Eşi SSK'dan emekli olmuş ama aileden zenginlerdi sanırım.Kadın İstanbul dışında Anadolu'da sadece Ankara'yı ve eşinin memleketi Kayseri'yi görmüş.O da 1-2 günlük ama sahillerde gezmedikleri yer kalmamış.Yıllar içinde çocukları olmuş,büyümüşler,onları torunlar izlemiş.
Son yıllarda erkekte demans denilen bunama belirtileri görülmüş.hareket etmede zorluklar yaşamaya başlamış.Ben bir sonraki gün gördüğümde adam -Sebahattin abi adı -elinde 2 plastik bardakla eşine ve kendine içecek götürüyordu.Demekki zaman zaman hareket etmekte sorun yaşıyordu , her şeye rağmen ben hala iyiyim ve yapabiliyorum demek istercesine .Yaş 80 olmuş .Normal belki de.
Kadın gülen gözleriyle:çok iyi bir insandır diyordu ,eşi için.Bir çocuk gibi gülerek onu suya sokuyor,hiç yüksünmeden getirip götürüyordu.Biz bakacağız birbirimize diyordu.Yoksa kim bakacak?
İnşallah seneye de burada görüşürüz, dedim onlara.Nasip,bakalım sağlığımız elverecek mi ? Dedi kadın. Yakın zamanda içinde bir çekilme hissetmiş.Hastaneye kaldırmışlar.Tahliller derken sonunda anlaşılmış.Mağnezyum -tuz- o kadar aşağı seviyedeymiş ki neredeyse ölüme bir adım kalmış.Allah korumuş.
Günümüzün kişisel çıkarlara dayalı ,en küçük meselede bitmeye hazır ve kısa süreli evlilikleri karşısında 53 yıl süren ve sadece insan olarak yanyana yürüyen ,içleri karşılıklı sevgi ve saygıyla dolu böyle insanlar da var daha.

Temmuz 30, 2009

AVUKAT


HAYAT NE GARİP
Ali İhsan aileden fakirdi.Ana babası köyde kendi halinde yaşayan, birkaç zeytin ağacı ,2 ineği olan ortalama bir Ege köylüsünden çok aşağıda bir gelire sahipti.Bu yüzden çocuklarını okutmaya da güçleri yetmemişti doğal olarak.İlkokul mezunu Ali İhsan kulaklarındaki bir sorun nedeniyle az duyuyordu ve ancak pil yardımıyla çalışan bir işitme cihazı ile duyabiliyordu.Çevrede kendisine Pilli Ali İhsan diyorlardı.Eşin dostun yardımıyla Milli Eğitime müstahdem olarak girebilmişti.Yani hizmetli.Birkaç yıl sonra da evlenip çoluk çocuğa karışmış ama içindeki okuma hevesi hiç sönmemişti.Kendi kendine düşünürken ortaokul sınavlarına girsem de ortaokul mezunu olsam nasıl olur?demeye başladı.Çalıştığı okulun müdürüne anlattı durumu.Önce yadırgandı ama Ali İhsandaki hırs hepsinin de bildiği birşeydi.Tamam deyip başvurusunu yaptılar Milli Eğitimde.Gece gündüz demedi çalıştı ve kısa sürede Ortaokul diplomasını eline aldı.
Çok mutlu oldu ama bir süre sonra kendi kendine acaba Liseyi de dışarıdan bitirebilir miyim? Diye sormaya başladı.Dur bakalım dediler bu o kadar kolay değil.Ali İhsan ise durmadı.Hemen başvurusunu yapıp kitaplarını almaya başladı.Dile kolay,öğrencilerin 3 yılda öğretmenlerden öğrenmeyle zor başardıkları bir işe soyunmuştu.Biraz zaman aldı ama azmeden insan duramaz ki.Gece demedi gündüz demedi, okul'un sobasıydı temizliğiydi derken birini bitirip birine başladı.Okul bitse bu defa inek onu bekliyordu.Yıllar geçti ama dersler de hızla azaldı ve mutlu son Lise de bitti.Herkes Aferin Pilli Ali İhsan'a diyordu.
O yaz sevinçten ne yapacağını bilemedi Pilli.Ya dedi ben bu çalışmayla Üniversite bile okurum.Bir gün bunu okulun müdür yardımcısı Necati bey'in yanında da ağzından kaçırdı.Kahkahalarla güldü Matematikçi Necati hoca.Hadi len dedi.Gel beraber girelim sınava.Bakalım nolcek.
Her ikisi de başladı çalışmaya.Necati hoca da az hırslı değildir hani.Başvurular yapıldı,üniversite hazırlık kitapları alındi ve bir yıl sınava hazırlanmakla geçti.Sınav günü geldiğinde her ikisi de içinden diğerinden geri kalmamak,elaleme rezil olmamak için dua ediyorlardı.
Ben Pilli Ali İhsan ve Necati hocayı tanıdığımda her ikisi de Muğla'da aynı okulda çalışan ve birlikte Ankara Hukuk Fakültesine sınavlara gelen arkadaşlardı.Biri okulum hizmetlisi,diğeri müdür yardımcısıydı.Ankara öğretmenevinde kalıp sınav dönemlerinde birlikte çalıştık.İkisi de sınavda başarılı olmuş ve Ankara Hukuk fakültesini kazanmışlardı.
Yıllar içinde her ikisi de zorlu Hukuk derslerini başarmak için çok gayret ettiler.Özellikle Ali İhsan kalabalık kantin ortamlarında işitme cihazını kapatır,ders notlarına gömülürdü.Zorlu bir süreçti .Ali İhsan okulda hala soba yakıyor,temizlik yapıyor,zaman zaman makam odasının kapısını kapatıp hukuk derslerine çalışan Necati hocaya çay,kahve götürüyordu.
Ben diplomamı alıp okulun yükünü sırtımdan attığımda Pilli de mezun olmuştu.O artık Hukuk fakültesi mezunu bir hizmetli idi.Gazetelere haber oldu,okula ve ilçeye övünç kaynağı.
Necati hocayı sordum,okulu bıraktı,dersanecilik yapıyor,dediler.
Yıllar sonra ben de milli eğitimden emekli oldum ve içimde Avukatlık yapma isteğim kalmamışken Pilli ALİ ihsan hem emekli olmuş hem de kendi ilçesinde bürosu olan bir Avukat idi.Zar zor bi çift kabinli pikap almış onu da kapının önünden çalmışlar.Kim çalışır,kim kazanır,kim hangi yola gider belli değil hayatta.Pili hala avukatlık yapıyor,Necati hoca ise dersane ortağı.Bense geziyorum.Yüce Rabbim bana ,Gez,dedi.

Temmuz 28, 2009

mola

YALIKAVAK'TA UZUN YAZ TATİLİNİN SONU
4 Aydan beri hayatımın en uzun tatilindeyim Yalıkavak'ta.Bu süre içinde bi ev kiralayıp,basit eşyalarla döşedim ve günlük hayatıma yeter bir düzen kurdum.Çevreyi gezdim,insanlarla tanıştım,yürüyüşler yaptım,fotoğraf çektim.Deniz mevsimi gelince de her gün denize girdim,çok uzun zamandır hiç olmadığı kadar da kitap okudum.
Bunların son üç'ü gayet güzel kitaplardı.kısaca tanıtayım;
İki Esir;romantik iki genç arasında başlayan fırtınalı ve tutkulu aşk 100.sayfada mutlu son halini alıyor ama roman da tam bu noktada esas konuya başlıyor.1.Dünya savaşının başlamasıyla Kazakistan'ın ücra bir şehrinde erkeğin 7 yıl süren esareti ve aynı sürede yalnız başına kalan genç bir kadın'ın Budapeşte'deki sivil esareti.Acaba ilk önce hangisi hayatına yeni birisini almıştır ,dersiniz?
Rus Senfonisi;Yine Rusyada geçen sürgün bir hayatın anlatıldığı mükemmel bir roman.Alman oldukları için önce Polonya'ya sürülen anne baba ve onların 2.Dünya savaşında Polonya'nın Ruslarca işgali üzerine Rusya'ya sürülen çocukları.Bu çocukların ikisi arasında doğan aşk ve komünist yönetimin kırsaldaki hallerinin anlatıldığı çok güzel bir roman. İki insanın birbirine bağlılığının boyutlarını anlatmak mümkün değil.Önceki roman sevilenin bir kalpten siliniş süreciyken bu roman sevilen için fedakarlığı ortaya koyuyor.
Peter S'nin iğfali;Değişik bir anlayış ve şaşırtıcı olaylar ile Amerikan yaşam tarzı ortaya konmuş.Erkeklerin çalıştığı bir randevuevi fikri üzerinde yürüyen roman acımasız Amerikan kapitalizmini çok güzel ifade etmiş.Yer yer erotizm varsa da ,o kadar da romanın gereksinimi halinde sunulmuş ki hiç rahatsız etmiyor.Bu da güzel bir roman.
Bütün bu romanlar Yalıkavak İskele Kafe'den alıp okuyup yerine koyduğum kitaplardan birkaçı.Bir tane de ben hediye ettim.
Neticede herşey insanla başlayıp onunla bitiyor.Ben de sosyal yönden Yalıkavak'ta sıkıldım.İnsan cennette bile olsa yalnız çekilmiyor.Bu uzun tatili bitirip Denizliye dönmeye karar verdim.Denizli'de çok güzel bir ortam mı var sanki?Hayır ama gene de akraba ortamında biraz zaman geçireyim bakalım.Bundan sonra hareketli ve renkli bir hayat geçirmek istiyorum.Sıkılıncaya kadar bir yere yerleşmek ve sıkılınca ara vermek.Olabildiği kadarıyla.Mesela Fethiye'de bir kış geçirmek veya İstanbul'da 6 ay yaşamak gibi.Göçmen kuşlar benzeri.Atalarımız göçmen ne de olsa....Yine de burası Türkiye.Hayaller ile gerçekler herzaman üstüste çakışmıyor,hayırlısı,Hadi bana müsaade.
ÖSS'de derece yapan ve Koç Hukuk düşünen Tunay Altay'ı da kutluyorum.Yolu açık olsun tüm Mustafa Kaynaklıların.

Temmuz 15, 2009

BİR ''GÜLSÜM '' HİKAYESİ

Gülsüm 17 yaşında lise 2. sınıf öğrencisi güzeller güzeli bir kızdı.Tüm okulda olduğu gibi İlçede de onu bilmeyen yoktu.Denizli'nin bu uzak ilçesinde herkes birbirini bilirdi zaten.Kim kimle evli,çoluk çocuğu kaç tane,adları ne?Bunlar sıradan herkesin bildiği şeylerdi işte.
Gülsüm'üm rüyası ise okumak,bi meslek sahibi olmaktı.Tabii birini de sevecekti ama daha zamanı vardı.belki de vardı kim bilir?
Reşit ise kasabanın zenginlerinden birinin yaramaz çocuğuydu adeta.Arkadaşları ile her haylazlığı yaparlardı.Nerede akşam oradada sabah olurdu bazen.Gençlik işte.Babası da bıkmış usanmıştı ama elden ne gelir.Evlat işte, atsan atılmaz satsan satılmaz.Oğlana git biraz akaryakıtistasyonunun başında dur,pompacılara gözkulak ol diye diye dilinde tüy bitmişti ama
oğlanın umurunda değildi.Varsa yoksa arkadaşlarıyla takılırdı.
Reşit ve arkadaşları tam da okulun dağılma saatinde gene içmeye gitmeye karar vermişler,okuldan çıkanlar arasından kornaya basa basa kalabalığı yarıp geçiyorlardı ki Reşit'in gözü Gülsüme takıldı kaldı.Bu ne kızdı böyle.Kendisi birkaç yıl evvel okulu yarım bıraktığında bu kız neredeydi acaba.Ya daha gelişip serpilmemişti ya da Reşit kördü,kimbilir.Reşit orada
kalakaldı.Kızın yüzü gözünün önünden gitmiyordu.Ne yapıp edip bu kızı alacaktı.Kızla tanışmasına da gerek yoktu.Doğrudan ailesine açtı konuyu.Dur hele dedi babası.Biz ki zengin bir aileyiz bize yakışırlar mı düşünelim.Anası da: ben de bi soruşturayım dedi.Nasılmış,huyunu tüyünü bilmeden kız mı alınırmış?Dur bakalım daha kızın okulu neyim var.Hemen coşma.
Aile bi düşünelim derken haklıydı ama Reşit kafayı takmış Gülsüm deyip başka bişey demiyordu.Artık okulun dağılma saatlerini gözler olmuştu.
Ana babası Reşitle başedemeyeceğini çok geçmeden anladı.Reşit daha çok dışarı gidiyor,içiyor,ters ters cevaplar veriyordu sorularına.Yapacak bişey kalmamıştı.Çaresiz gidip Gülsüm istenecekti.
Gülsüm'ün ana babası orta halli,kendi işinde gücünde insanlardı.Kasabada kimse onlar için kötü birşey duymamıştı şimdiye kadar.Görenek gereği aracılar haber ettiler hayırlı bi iş için evlerine misafir geleceğini.Reşit'in ailesinin ellerindeki hediyeler varlıklı olduklarını hemen belli ediyordu ama ne yapsınlardı yani.varlıklı olmak suçmuydu ki.
Hoşbeşten sonra kız istendi.Kızın babası bi düşünelim, dedi,Usulen.Kız daha küçük.Okulu var,hen sonra o ne diyecek bakalım.
Gülsüm:katiyen olmaz diye hemen bayrağı çekti.Benim yaşım kaç ki.Ben okuyacam.Öğretmen olacam.Evlenmek istemiyorum ben,diye kendi kendine konuştu durdu.Yapacak bişey yoktu.Kız istemiyordu.Zorla olacak değildi ya.
Reşit cevap gelince çıldırdı.Dar ederim bu kasabayı onlara dedi,esti gürledi.İlk öfkesi geçer geçmez de doğru arkadaşlarıyla içmeye.Ne de olsa reddedilmek kasabanın en zengini de olsa onlara da zor gelmişti besbelli.Bi daha istetti ama nafile.Gülsüm,Nuh diyor başka da bişey demiyordu.Kasaba çalkalanıyordu.Gülsüm ne dişli kızmış, diye.Hele arkadaşları Gülsüme hayran hayran bakıyorlardı.Sen tut,kasabanın en zengin ailesinin oğluna hayır de.İnsan zengin oğlunu teper mi diyen de oldu,Aferim diyen de.
O yaz Lisenin son sınıfına geçmişti.Hem de takdirname alarak.Gelecek yılın sınavı için şimdiden kitaplar almış,çalışmaya başlamıştı.Gençti bi taraftan da.Arkadaşlarıyla buluşuyor,dedikodu ediyor,arkadaşlarıyla eğlentilerden de geri kalmıyordu.
O akşam kına gecesi vardı,yukarı mahallede.Hadi dediler kızlar.Hep beraber gittiler, oynadılar,kalkıdılar.Vakit epeyce ilerlemişti.Anca varırız eve dediler.Yoksa sabaha kadar da oynarız biz.Yola çıktılar.
Eve yaklaşmışlardı ki birden bi araba önlerini kesti.Ellerinde pompalı tüfekle Reşit atladı arabadan aşağı.Sonra da arkadaşları.Kızlar anlamışlardı.Reşit Gülsüm'ü kaçıracaktı.
Bağrışmaya başlayan kızların bir kısmı çok sevdikleri Gülsüm'ün üzerine kapandılar.Kız altlarında nefes alamayacak haldeydi.Reşit durumu anladı.Bu işe girerken çok düşünmüştü,çok da içmişti.Gözü Gülsümden başkasını görmüyordu.Tek tek
kadınları tuttuğu gibi savurmaya başladılar.Nihayet Gülsüm ortaya çıktı.Tuttukları gibi arabaya atılan Gülsüm,İmdaaaat! kurtarın diye bağırıyor,kadınlar ağlaşıyorlardı.Gaza basan şoför tozu dumana kattı, gitti.Arkalarında kalan kalabalığa dönüp bakmaya fırsat bile kalmamamıştı.
Nereye gideceğiz? diye sordu arkadaşı.Orman yoluna sap! dedi,Reşit.Bu arada ipi verin de kızı bağlayalım,tepinip duruyor bu.
Ellerini bağladıktan sonra Gülsüm'ün hareket edecek hali kalmamıştı.Nihayet daha önceden bildikleri çeşme başına vardılar.
Duralım,dedi Reşit.Durdular.Kimi korkudan kimi heyecandan şaşırmış kalmışlardı.Kimi tuvaletini yapmaya gitti kimi de elini yüzünü yıkamaya. Reşit fırsat bu fırsat dedi.Siz biraz oyalanın dedi arkadaşlarına.Neden kaçırmıştı Gülsüm'ü? Evlenmek için.Madem gönüllü olmuyordu öyleyse zorla olacaktı.Gülsüm'ü soymaya başladı.Çırpınmalar bir süre sonra ağlamalara,daha sonra da yalvarmalara bıraktı.Reşit'i aklı başında değildi ki denilenleri duyabilsin.Gülsüm sustuğunda ise herşey bitmişti.
Ne genç kızlığı kalmıştı,ne telli duvaklı gelinliği ve ne de okulu,öğretmenliği.Herşey bitmişti.
Ertesi sabah ve sonraki sabah ta orman içlerinde uyandılar.Gülsüm kirlenmişti.Reşit havalarda uçuyordu.Artık benim oldun, diyordu.Arkadaşlarından biri farketti benzinin bitmek üzere olduğunu.Çaresiz asfalta çıkılacaktı.Hem daha kaç gün ormanda gezip duracaklardı ki.İstemeden de olsa herşey olmuş bitmişti.Bulıunurdu herşeyin bir çaresi.
Durdukları benzincideki çocuk tanıdı onları.Jandarma gelip haber vermişti olayı.Hemen telefon ettiler Jandarmaya ve 10 kilometre ileride çevirirdiler etraflarını.Karakola giderlerken babam ne yapar eder beni kurtarır,diye düşünüyordu Reşit.
Ağır Cezalıktı suç.Herşey ortadaydı.Denizli'nin en meşhur Avukatlarından birini tuttular hemen.Para peşin verilmiş ,çocukların bir an evvel az bir cezayla kurtulması bekleniyordu.
Evdeki hesap çarşıya uymadı.Olayda bir suça uygulanacak tüm unsurlar vardı.Gece yapılmıştı,ağırlaştı.Silah vardı,ağırlaştı.Birden çok kişi suçu birlikte işlemişti,ağırlaştı.Mahkeme heyetinde bir de kadın üye vardı ki sanıklara bakışı bile içinden geçenleri anlamaya yeter de artardı bile.Mahkemenin karar günü geldiğinde sanıkları hepsi de iki dirhem bir çekirdek
giyinmişler,başlarını yan yatırarak sessizce ayakta bekliyorlardı.
Karar açıklandığında salon derin bir sessizliğe gömüldü.Gençlerden bazıları adam mı öldürdük biz?diye bağırıyorlardı.Reşit 24 yıl hapis cezası almış,diğerleri de yardım ve yataklıktan 12'şer yıl hapis cezasına çarptırılmışlardı.
Avukatın bürosuna öfke içinde girenlere Avukat yeni bir yol öneriyordu.Benim burada yapabileceğim bu,dedi.Kararı heyet verdi.
Temyiz edeceğiz.Temyizde çocukları kurtarmanın yolu çok kuvvetli bi avukat tutmalısınız Ankara'dan.Böylece sorumluluğu Ankaradaki avukata yüklemek kolaylaşacaktı.
Aylar sonra Temyiz sonucu belli oldu.Yargıtay cezayı aynen onamıştı.Cezalar çekilecekti.Ankaradaki eski milletvekili yeni Avukat da etkili olamamıştı.Yapacak birşey kalmamıştı.Son çare,dedi Avukat:Gülsüm evlenmeyi kabul ederse ,cezalar
ertelenir.O zaman kurtulurlar.Gülsüm ise olaydan sonra Muğlaya götürülmüş ve bir akrabalarının yanına yerleştirilmişti.Kız tarafının evliliği Kabul etmediklerini söylediler.Çaresiz büroyu terkettiler.
Birkaç ay sonra bir gün Reşit ve arkadaşları büroya geldiler.Biz evlendik,dedi Reşit.Hayırlı olsun dedi,Avukat.
6 ay kadar sonraydı sanırım,Avukat bürodayken kapı çalındı.Gelen Reşit'in babasıydı.Kız boşanmak istiyormuş.Boşanma davasını siz alır mısınız diyordu...Yapılan evlilik değildi ki zaten..

Temmuz 07, 2009

OKUR


Bu yaz çok hareketli geçiyor.Yalıkavakta günler geçerken Denizli'de bir düğün oluyor, haydaa Denizliye,ardından bi mahkeme işi oluyor Denizliye, İlker ve Mehmet geliyorlar ben gene Denizli yollarındayım. Günlerim Yalıkavak'ta geçerken yapabileceğim ve en çok sevdiğim şeyi yapmaya karar verdim.Kitap okumak.Sabah, akşam, plajda, yolculukta derken epeyce kitap okudum.Bunların içinden bende iz bırakanları kısaca anlatayım da belki okumak isteyenler olur diye düşündüm.zaten yazacak yeni şey yok.
Mina Urgan kitapları;Uzun zaman oldu yazılalı ve bir çok insan da okudu ama ben yeni fırsat bulabildim.Mina hanımın Dinazor serisi iki kitabı var.Anıları ve gezileri.Her ikisi de insan hayatının nasıl güzelleştirilebileceği,renklendirilebileceği konusnda çok güzel örnekler sunan iki güzel eser.Sevdim.
Çöl;Yalıkavak Belediye İskele Kafenin kitaplığında buldum.Sayfaların kenarları sararmış, incelmiş, çevirirken çatlıyor filan.Kapağa baktım 70'li yılların birinden.Bir Avustralyalı yazarın.Okudukça içine çekti .Sindire sindire okudum ve sonuç; İnsanı derinden etkileyen ve hayatın anlamı konusunda derinlikli düşünceler oluşturan bir eser.Çok beğendim.
Zenon;Bir ortaçağ anlatısı.Batı felsefesi Tarihi adlı seri'den Ortaçağ hakkında bilgim var ama bu kitapta öyle yaşantılar,öyle insanı çarpan olaylar var ki günümüz dünyasında Din için yaşayan insanları derinden sarsacak örnekler yeralmış.Kitapta yeralan kişi ve yer isimleri okumayı zorlaştırıyor ama bütünü ile etkileyici bir kitap.Laiklik ne için gerekli anlıyor insan.Veba,büyücülük,Kilisenin gücünü anlamak için iyi bir tercih olur.
Çıplak Maya;1960 yılında yayınlahmış bu kitabı elinize aldığınızda tercüme yapıldığı yılların kelimelerini okuyup gülmeye başlıyorsunuz.Bu ne ya diyorsunuz.Anlamını bir an düşünmek gereken kelimeler bunlar.Neyse , okudukça kitap sizi eline bi alıyor ki bırakmak nee mümkün.Francis Goya adlı ispanyol ressamın insanın içine işleyen aşkını yüreğinizde hissediyorsunuz.çok güzel bi kitaptı.Tam bir aşk ve macera romanı.Etkisi çok.
Bunlar dışında da kitaplar okudum ama kimi yarım kaldı kimi de bende iz bırakmadı.Aşk romanına başladım mesela 270 sayfa okudum, sonra kitabı bırakıp yalıkavağa dönmek zorunda kaldım falan.
Herneyse,okumaya devam.Gözlerimi yorsa da çok seviyorum okumayı,Haa bu arada Vatan yazarı sevgili Selahattin Duman'ın bir yazısında sözettiği Necati İnceoğlu'nun yazdığı Siper mektupları da çok etikeliyicidir , bulursanız sakın kaçırmayın ha.Benim gibi Çanakkale aşıklarına duyurulur....

Haziran 17, 2009

DENİZ GÜNEŞ KUM, AL SANA BODRUM


Yalıkavak'ta yaz mevsimi tüm hızıyla sürüyor.Magazin dünyasının gezginlerinden denizliligezgin mayosuyla denize girerken görüldü.Elinde gazetesi veya kitabı ile sahilde uzanıp okuyan,arada denize giren gezgin kişi sabahları deniz güneş kum üçlüsü ile beraber.Akşamları ise rakı balık ikilisi ile birlikte görülüyor.Bağımsız gözlemcilerin bildirdiğine göre denizliligezgin bu durumunu sonbahara kadar sürdürecek gibi görünüyor.Yaz biter kişi gider durumu ise beklenebilecek bi gelişme.Bu arada İran'da olanlardan üzüldüğü de gözlerden kaçmadı.Kavruk bi adam olacak bu gidişle.Hayırlısı
Bu arada geçen hafta denizlideyken ilginç bişey oldu.Fen Lisesinden bi öğrencim benim adıma EKŞİSÖZLÜK'te başlık açmış.Bunlar beni deli edecek yavvv.çok duygulandım.

Mayıs 16, 2009

YALIKAVAKLILAR

Yalıkavak'ta bir ay gelip geçti.Bu zaman içinde buraya uyum sağladığımı hissettim ama bir taraftan da gezginlere rastladıkça içim ürperiyor.Hayatı ikilemle geçen insanlardan biriyim herhalde.Bir taraftan sakin,huzurlu bir yaşam özlerken bir taraftan da gezmeyi özlüyorum.Hani bir laf var ya,insan nerede değilse orada daha iyi olacağını sanır,diye.Benimki de o hesap.Şimdi yerleşik bir yaşamdayım ve bu sonbahara kadar böyle sanırım.
Neyse anlatayım aklımdakileri,Burada birkaç grup insan var.Bunlardan birisi köylüler.Kırda,deniz kıyısındaki tarlalarına site ya da villa yapmak için öyle çok paralar vermişler ki para hayatlarının nirengi noktası olmuş.Kimi bu paraları bankaya yatırmış,kimi yapılan evlerden hissesine düşeni kiraya vermiş,kimi içkiden geçirmiş.Hatta öyle insanlar varmış ki,sattığı tarlaya yapılan siteye bahçıvan olarak girmiş biri.Bir başkası yapılan koca oteli işletemeyip inek gütmeye dönmüş,falan filan
Bir başka grup Kürtler.O kadar çalışıyorlar ki inanılmaz.hiçbirşeysiz geliyorlar Doğu Anadolunun bir köşesinden.Önce inşaatlarda amelelik,sonra garsonluk derken bi bakıyorsunuz garsonluk yaptığı yeri işletmeye başlamış,ya da inşaat alıp müteahhitliğe soyunmuş.İşin daha başında olanlar ve aileleri kıt kanaat geçiniyorlar ama parayı da tutuyorlar.Akşam pazarın dağılma saatinde ucuz meyve sebze peşindeler.
Bir başka grupsa zenginler.Villalarda ya da lüks sitelerde oturuyorlar,lüks araçları,jipleri var ya da pahalı oyuncakları diyebileceğim tekneleri.Bu grup için harcama herşeyden önce geliyor.Rakı-balık çok insan gibi bu grup için yaşam biçimi.Hedonist bir yaşam tarzı sürdürüyorlar.
Ben neredeyim? diye soracak olursanız,ben köylülerin içinde yaşıyorum.Sabah tavuk ve horoz sesleriyle uyanıyorum saat 8'de.akşama kadar bitmeyen hareket.Bol bol kitap okuyorum,her gün yürüyorum uzun uzun.Bu gezilerde rastlıyorum gezginlere.Balık tutmayı öğrenmek istedim ama benim gibi tez canlı biri için zor bir meşgale.Pazara gidiyorum,yemeklerimi yapıyorum,3 kanallı tv izliyorum vb.
Şimdilik bu kadar.Daha sonra gezginleri ya da toplum kaçkınlarını da anlatırım.

Nisan 17, 2009

KENDİMİ YALIKAVAĞA TAYİN ETTİM


Yalıkavak, uzun zamandır yerleşmeye çalıştığım bir yer.Doğası ve ortamı o kadar hoş ki,buraya yerleşmeyi uzun zaman önce istedim ve planladım.Bunun için bir de hisseli bir arsa aldım ama her ne hikmetse bir türlü sorunlarını aşıp da birşey yapamadık.Tabii ne yapıyoruz?Yılgınlık göstermek yerine uğraşmaya devam diyoruz.Bunun için de kendi yerime yerleşemiyorsam ev kiralarım,dedim ve küçük bir ev tuttum.İhtiyacım kadar eşya alıp küçük bir yaşam alanı oluşturdum.Artık Yalıkavak'tayım.Yürüyüşler,Bodrum'a gidişler,yakın koylara geziler ve yeni insanlarla tanışma.Yeni bir ortam.Bundan sonra buradayım.Beklerim efendim.

Nisan 13, 2009

Bi enişte'nin işleri



Denizli'de herkesin sevdiği bi yürüyüş rotası vardır.Çamlık çeşmeler.Burada dağa tırmanan bi yol ve yolun belirli kısımlarında 3 ayrı çeşme bulunur.Adı lazım değil elimizdeki eniştelerden biri çok saf ve Allahlık, temiz kalpli ama fazla ince düşünmeyen biridir.
Neyse bu enişte geçenlerde ikindi vakti bu rotada yürürken 2. çeşme yakınında yorulur ve yolun kenarına oturur.Bu sırada hemen yakınındaki kayanın üzerine bi keklik gelir.Keklik bu.Eti nefis ötesi av hayvanı.Enişte.Hışt der.keklik gitmez.Bağırır gitmez.Taş atmaya başlar gitsin,diye.Attığı 3.taş ise gider kekliğin kafasına isabet eder.Hayvan yaralanır ve can çekişmeye başlar.Enişte de tutar, hayvan eziyet çekmesin diye kafasını koparıp hakkın rahmetine kavuşmasına yardım eder.
Elinde keklik ne yapacağını düşünürken bi süre sonra oraya gelen gençler sorarlar.bu ne?Anlatır.derler ki,bunu avlamak yasak.Eğer ilgililer haber alırsa ceza keser.Enişte korkar.hemen herkesin gitmediği yan yolları takip ederek aşağı inmeye çalışır.Bu sırada yaklaşan bi polis arabası eniştenin ödünü koparır.nereden haber aldılar da beni arıyorlar diye düşünür.Onlara gözükmeden devam eder.İlerde köpekler havlamakta ve bu arada akşam ezanı okunmaktadır.Bu sırada evlerin birinden karşlıklı keklikler ötüşmeye başlar.enişte iyice endişeye kapılır.Keklik öldürdüğünü kim haber etmiştir acep.Vicdanına bir rahatsızlık dıuygusu yerleşir.Geç vakit eve gelir.Keklik alel acele soyulur.buzluğa konulur.
Defalarca keklik avına gidip bi kuş vuramadan dönenlere inat böyle eliyle kuş vuranları da tarih yazar.Olay tamamen gerçek olup hala anlatılıp gülünmektedir.
Aşağıda olay yeri ve yukarıda konu mankeni bi keklik.
Resimler wowturkey sitesinden alınmıştır.

Mart 04, 2009

HİNDİSTAN HİNDİSTAN DEDİKLERİ

Şiva ' Hoşgeldin ' diyor...
Hindistan hayalimdi ve şükür gerçekleşti.Şimde de aklımda kalanları yazayım da bitireyim.artık başka konular yazayım.
-Hindistan karayoluyla gidildiğinde -ki en güzel gidiş seçeneği- çoooook uzak.Günlerce sürüyor varması.
-Sokak hayatın yaşandığı yer.sabah erkenden kalkıp soğuk sularla köpürterek saçlarını vücutlarını yıkıyorlar.Dişlerini bu kadar temiz tutan millet azdır yani...
-Bir taraftan tozu dumana katarak ortalığı süpürüyorlar,bir taraftan araçlar toz kaldırıyor,kenarda da kocaman kaplarda sütler kaynıyor ya da yemek yapılıyor.
-acılı ve sebze ağırlıklı yiyorlar.inanç gereği et yenmiyor,bu nedenle olsa gerek sakin ve şiddetten uzak yaşıyorlar.
-taciz, göz süzme gibi kadınları rahatsız eden bi bakışları yok.
-trenlerle ulaşım yaygın,günler öncesinden doluyor ve çok düzenli...
-adeta tapınaklarda yaşıyor veya evlerinin bir köşesi tapınak gibi düzenlenmiş.Mumlar,tütsüler,çiçekler işte Hindistan,tanrının memleketi.
-En fakiri bile gülümsüyor.Kast sistemi herkesi bulunduğu yerde tutuyor.
-Her şehri ayrı güzel.Kuzeye giderseniz Himalayalara,güneye giderseniz deniz-güneş-kum'a,doğuya giderseniz vahşi orman ve hayvanlara,batıya giderseniz de çöllere varıyorsunuz.Bitki ve hayvanlar da ona göre değişiyor tabii.
-Bir emekli maaşıyla rahatlıkla yaşanabilir,gezilebilir,ucuz.
-kızları güzel.En fakir olanlarından bile takılarla giysilerle güzellik yayılıyor.
Hindistanı çok sevdim.Gittim gene giderim,inşallah.
Haridvar'da tren istasyonunda geceyi betonda uyayarak geçirenler.

Şubat 24, 2009

HİNDİSTAN'DA SON KENT:JAİPUR

Hava Mahal yani hava yeri.Raca'nın kadınlarının yani harem'in kadınları sarayda sıkılmasın,gelen geçene bakıp hava alsın diye yapılan bir yapı.Önden 5 katlı görülen yapı aslında 2 katlı.İmaj başka gerçek başka yani.
Hayatta herşeyin bir sonu olduğu gibi hayallerin de bir sonu oluyor.Bir yere kadar hayal edersiniz sonrası başka bir zamanın hayali olacaktır.İşte Hindistan gezi hayallerimin,planlarımın sonu.
Burası Jaipur.Rajastan eyaletinin başkenti ve pembe kent olarak anılıyor.Şehirde yapılar kırmızı kumtaşından malzeme ile yapıldığından.Burası hala Raca'ların yaşadığı kendine özgü bir yer.Tekstil,takı,taşlar,altın ve gümüş işlemeceliği ne ararsanız var.Hindistan'ın ihracat merkezlerinden biri.Geniş alanlar kaplayan çarşıları başdöndürücü.

Jaipur'da Jantar Mantar, yani gözlemevi.1700'lü yıllarda astronomiye meraklı bir Raca'nın eseri.Dev gözlem aletleri olarak yapılmış ve apartman boyunda yapılar bunlar.
Hindistan'da ince ve zahmetli işçilikle yapılan eserler çok yerde karşımıza çıkıyor.işte bir beyaz mermer işlenerek ne hale gelmiş.Yer Raca Sarayının girişi .
Raca Sarayının girişindeki şu parlak şey de ne ola ki?Efendim 1800'lerde İngiltere'ye gezmeye giden bir Raca susayınca ne içecek?Su.Oranın suyu kimbilir nasıldır? İşte Raca'nın su matarası.Bu gümüşten yapılmış ve 1 ton civarında su alabilen bir tank.Bunlardan bir tane daha var.Neymiş, İngiltere'ye giderken susuz kalmamak için su matarasını yanına almak gerekirmiş.
Ve Raca'ların Amer adı verilen kalesi.Moğollar ovalarda hakimken Raca'lar burada tepede yaşamış.Gün gelmiş,devran değişmiş ve Moğollar zayıflamış.Raca'lar meydan boş kalınca savaşmadan ovaya inip,fakir halkı yönetmeye başlamış.Tabii Raca'ları da İngiltere yönetmekte.
Artık dönme zamanı.40 gündür yollardayım.Yemekler heryerde istediğim gibi olmadığından kilo verdim.Süzüldüm.Jaipur'dan sonra dooooğru Delhi.Ertesi gün de Dubai'de Sharjah adlı kentte aktarma yapıp Türkiye.Bir de Hindistan dedikleri diye özet yazayım ve bu gezi notlarımı bitireyim.




Şubat 19, 2009

AJMER-PUSKHAR

PUSHKAR:Ajmer adlı kent yakınlarında küçücük bir köy.Bir köy ama dünyanın dört bir yanından binlerce turist,uzak yerlerden gelen Hindular için tam bir buluşma noktası.Lotus çiçeğinin Dünyada düştüğü ve etrafında küçük bir göl oluşturduğu için kutsal sayılan,kutsal göl nedeniyle etrafında tapınakların yerleştiği,kutsal banyoların yapıldığı ve canlı bir köy.Akşam üzeri göl kıyısında çeşitli danslar yapanlar mı dersiniz,alışveriş yapanlar mı?Çok canlı buldum burayı canım çok.
Tapınakta kadınlar.Sereserpe oturmuşlar,sohbet,dinginlik.İşte ulaşmak istediği hedefe varanların huzuru.
Anne sevgisi bu olsa gerek.hindistan'da maymunlar heryerde.Yavrusunu gözeten bir anne...

Pushkar'da tanrı Brahma adına yapılmış ve çok kutsal sayılan Brahma tapınağı var.Burası hergün buraya gelen Hindu hacılarca ziyaret ediliyor.Ayakkabı ile girilmiyor ama pabuçlar kapıda kalsın.
Pushkar'da alışveriş özellikle kadınların ilgisinde.Burada sonbahar mevsiminde Rajastan'ın en büyük Deve festivali yapılıyor.Amaç deve alım satımı. Yüzlerce çadır kurulup eğlenceler düzenleniyor.Kadınların renkliliği ise görülmeye değer.

Ve Pushkar'ın yakınında kurulduğu Ajmer.Öncelikle buraya gelip sonra köye geçiliyor.Müslüman nüfusun büyüklüğü hemen farkediliyor.Dergah ise burada yaşayan ve moğol imparatorun erkek çocuk sahibi olacağını rüyasında gören bir şeyh'in yaşadığı,bunun için de her yıl imparator'un ziyaret ettiği,hacca gidecek Müslümanların icazet almaya geldikleri bir yer .Başlar örtülüyor ellere güller alınıyor,dualar ediliyor.Çok huzurlu gördüm kendimi çok.Kapıda fotoğraf makinesini bırakmasaydım çekerdim ama olmadı işte...





Şubat 10, 2009

BU NE SEVGİ AAAAAHHHHH......

Taj Mahal :Moğol İmparatoru Şah Cihan'ın sevgili eşi Mümtaz Mahal 14.çocuğuna hamileyken hayatını kaybedince, onu delicesine seven Şah Cihan tarafından yıllarca süren inşa ertesinde tamamlanmış bir yürek,sevgi,vefa yapıtı .Herhalde sevgililer gününde akla gelecek en önemli eser.Beyaz mermerden yapılmış,Hindistan'ın sembolü olmuş,hergün yüzlerce yerli ve yabancı konuk tarafından ziyaret edilen,750 rupilik giriş fiyatıyla ohaa dedirten bir yer.Ama buraya kadar geldikten sonra parayı gözümüz görmüyor tabii.İçerisinde sevgililerin mezarları var ve foto yasak.İnsanda hoş duygular uyandırıyor.Her milletten sevgililer elele geziyorlar...Bu ne sevgi aaaaahhhhhhh.Bu ne ızdıraaaapppppp...İşin asıl dramatik tarafı ise,oğlu tarafından ileri yaşlarında iktidardan indirilen Şah Cihan, ömrünün son yıllarını Yamuna nehrinin karşı yakasında kapatıldığı bir odadan Tajmahal'i seyrederek geçiriyor.Ne hayat ama...
Delhi'de Kızıl Kale varsa burada da Agra Kalesi var.Etrafı su hendeği ile çevrili bir nevi kızıl kale...

Agra'ya vardığım günün ertesinde sabah bir kalktım ki sisten gözgözü görmüyor.Siste okula öğrencileri götüren bir rikşa öğrenci servisi.Onlar yolu biliyor tabii.Bu agra gibi kent görmedim ya .Dün akşamüzeri 3 km öteden rikçacı yolu bulamadı.En az 5-6 kişiye sordu gene bulamadı.Turist guest house kaldığım en güzel konaklama mekanlarından biri oldu.Bu sabah ta gittiğim yerlere kafamdan işaretler koydum kaç kere ama dönüşte guest house'ın hemen 20 m ilerisinden geçtiğim halde yolu bulamayıp bi sürü yol teptim.Yuh bana, bi de coğrafyacı olacam...
Yine Delhi ile bir benzerlik durumu daha .Burada da karşımıza Cuma mescidi çıkıyor.
Hindistan'da çamaşır nerede yıkanır?Derede değil tabii.Nehirde.Yamuna nehrinde suya batırılan çamaşırlar yandaki tahta yüzeylere çarpa çarpa yıkanıyor.Deterjan da neymiş.Daha sonra ise toprağa serilen çamaşırlar kuruyunca da evlere...Hintliler pratik insanlar vesselam.Bazı yiyecekleri yapraktan yapılma minik tabaklara koyup yiyorlar ve atıp geçiyorlar.Artıklar da başka hayvanlara yemek..Çamaşırları da nehirde yıkayınca ne çamaşır makinesi lazım ne deterjan.




Şubat 04, 2009

DELHİ ESKİ-YENİ

Delhi,Hindistan'ın kuzeybatısında bulunanve 15 milyon civarında nüfuslu bir dev kent.Aşırı nüfusun içiçe ve karmaşık bir halde yaşadığı Eski Delhi ile modern ve geniş bulvarları,geniş parkları ve çok katlı yapıları ile Yeni Delhi ikiye bölünmüş .Yıllarca Moğol yönetiminde barış içinde yaşamış.Moğol yönetiminin sarayı Red Fort (Kızıl Kale ) girişi.
Moğol barışı zamanının bir eseri olan Astronomi gözlemevi(Jantar Mantar)Bir örneği de Jaipur'da bulunuyor.Bu dev bina-aletler yardımıyla günün vakti,yıldızlar,cennetlik insanların geçişi falan bulunuyor.
Modern kent Yeni delhi'de bağımsızlık sembolü,Hindistan Kapısı.Yan kısımları ise kriket oynanan yemyeşil parklarla dolu.
Eski başbakanlardan Rajiv Gandi'nin suikaste kurban gittiği yer.Hindistan Dünyanın en büyük demokrasisi ama başbakanlarını da böyle kaybetmiş
Kutub minaresi yıllarca emek çekilerek inşa edilmiş bir İslam eseri.Dünya Kültür mirası içerisinde yer alan bir kompleks.
DELHİ'DE NE YAPILIR?
1-Hindistan Uçakla gelinirse ilk karşılaşılacak kent.Kalabalık insan kitlesine alışmak gerek.Yeni Delhi tren istasyonu karşısında çok sayıda otel,guest house var.
2-Kızıl Kale,Cuma Mescidi,kutub Minaresi,Hindistan kapısı,Ulusal Müze,Firuz Şah Kotla anıtı, ve daha çok sayıda görülecek yer var.Bunun için turlara katılarak gezebilirsiniz.
3-Hindistan'da tur yapacaksanız tur satın alabilirsiniz.Trenle çeşitli kentleri gezmeyi planlıyorsanız tren biletlerini satın alıp geziyi organize edebilirsiniz.
4-Başkent, Hint ve güney Asya yemekleri yiyebileceğiniz,çok çeşitli hediyelik eşya alabileceğiniz çok enteresan bir kent.



Ocak 29, 2009

VARANASİ VARANASİ

Varanasi'ye varır varmaz akşamın ilk saatlerinde Ganj ...
Haridvar-Varanasi tren yolculuğu 23 saat süren bi işkenceye dönüştü.Her köy istasyonunda dura kalka,Çaaaai garam Çaaaai diye bağırarak vagonları kateden çay satıcılarıyla ,her istasyonda trene doluşan çeşitli yiyecek satıcılarıyla gerçekten yordu.Çay dedikleri de neskafenin çayla yapılmışı desek yanlış olmaz.Süt-çay bileşimi İngilizlerden kalma bi alışkanlık ama alışınca güzel bi içecek.
Neyse vara vara vardık Varanasi'ye.Burası 2500 yıllık tarihiyle yaşamın sürdüğü Dünyanın en eski kentlerinden biri.Çok geniş bir yatakta sessizce akan Kutsal Ganj ve kıyısında yapılan etkinlikler kentin özelliğini oluşturuyor.Bunların başında Ganj'da yıkanma,ölü yakma törenleri,yeni evlilerin kutsanması,kap kacak yıkama,diş fırçalama, vb. sayılabilir.Ganj kıyısı birbirine ekli ve herbiri farklı inançlara hizmet eden Hindu tapınaklarıyla (Ghat) dolu.
Ganj Kıyısında sabah erkenden Yoga yapanlar.Hertürlü faaliyeti burada bulmak mümkün.Daracık sokaklarından kıyıya indiğim bir gece genç bir delikanlı,selam verip haşhaş ister misin ? dedi.Hayır dedim.Haşhaş almasına alayım da onu sürtmek lazım,çıkan haşhaş sürtmesini pekmezle karıştırıp ekmeğe sürerek yemek lazım.Bu kadar emek çekecek zaman ve yer değil.Şaka Şaka .Ben de biliyom ne satıyor.Bana uymaz.

Ganj kıyısında traş olanlar,(seyyar berberler iş başınd),banyo yapanlar.Sabun kullanmıyorlar pek.Şöööle köpürte köpürte yunacan ki ,Ganj kıyısında banyo yaptım, dediğinde dağsin.Keseci bile yok.
Haridvar'da olduğu gibi burada da Ganga Aarti töreni var.Gece platformlar üzerinde süslü giysiler içindeki gençler tütsü ile başlayıp daha büyük ateşlerle devam eden ve ateş ile suyun birleşimini ifade eden törenlerini yaptılar.Çiçekçi kız'ın elime bi yaprak ve çiçekler tutuşturup (no mani,no mani ) demesi ve ısrarıyla çiçeği Ganj'a saldım.Aynı kız bundan sonra tekrar gelip,Money deyince cepteki en küçük parayı verip surat asmasına aldırmadan kaçtım.Ne bu ya önüne gelen para istiyo çeşitli biçimlerde.
Neyse burası Müslüman Nüfusun en fazla olduğu yerlerden biri.Müslümanlar burada Dünyaca ünlü ipekleri dokuyorlar.Aldım bir iki tane ama kazıklandım mı?demeden de edemiyorum.



Ocak 24, 2009

HARİDVAR-RİSHİKESH-DEHRADUN-MUSSOİRİ

Rİshikesh,sırtını Himalayalara dayamış,Ganj nehrinin ovaya ilk defa dağlardan inip yayıldığı,sularının temiz ve soğuk olduğu bir kasaba.Beatles 60'larda gelmiş buraya ve o zamandan beri dünyanın yoga merkezi.İki asma köprüsü,köprüde benim muzları da çalan maymunları,German Bakery pastanesi ve aşram adı verilen yoga okullarıyla tam bir huzur köşesi.Bolca tapınak,yürüyüşler,sabah çayları,inekler...çok güzeldi.
Rishikesh'de Şiva'nın heykellerinden biri.Sırtı Ganj'a dönük..Huzuru bulmuş gibi...
Rishikesh'den Dehradun adlı bir kente otobüsle,buradan da yine başka bir otobbüsle Mussoiri'ye vardım.Vardım da iyi halt ettim.Kıvrım kıvrım yollar,yokuş,savrul derken keşkek gibi oldum.Mussoiri Himalayalarda bir tepe ve arkada Himalayaların muhteşem görüntüsü.Kasaba yükseltisi,ormanları ile bir oksijen deposu.
Mussoiri tepelerindenHimalaya dağları.Oğlum İlker Nepal'de 5300 m.yükseğine kadar çıktı, bense 2000 m.lere anca çıkabildim.Yaş farkı var olacak kadar.Çık çık kolay mı?
Rishikesh'i 4 gün gezip bitirdikten,yoga moga yapmadan trans halinde yürüyüşler yaptıktan sonra Varanasi'ye gitmek üzere 45 km güneydeki Haridvar'a geldim.Burada Hindular Ganj'da kutsal banyolarını alıyorlar.Ortalık bayram yeri gibi...Rengarenk...
Haridvar'da her akşam Ganj kıyısında Ganga Aarti törenleri yapılıyor günbatımında.Özü ateş ve suyun birleşimi.Güzel bir hava.Ambiyans.Çiçekler,ateşler,çanlar.....Ommmmmm





Ocak 19, 2009

HİNDİSTAN'A HOŞGELDİM


Amritsar-Altın Tapınak'ta Arap işi Poşumla...
AMRİTSAR
Karayoluyla İran ve Pakistan kentlerinden geçtikten sonra Lahor'dan sabah 4 numaralı otobüse binip Hindistan-Pakistan sınırındaki Wagah sınır kapısına vardım.Burası her akşam saat 5'te Hindistan ve Pakistan sınır muhafızlarının birbirlerinin suratına çarparcasına sınır kapısını kapattıkları sınır kapısı.Bu seromoni için kapının yanına tribünler yapılmış.Alkış bağırış,çağırış arasında tezahüratlarla kapı kapanıyor.Video sitelerinde bulup izleyebilirsiniz.
Kapıda, önümdeki Japonla ortak tuttuğumuz taksi ile Amritsar'a geldik.İlk Hindistan kentindeyim.Buradaki Kutsal Altın Tapınak çok etkileyici.24 saat müzik susmuyor,ilahler devamlı söyleniyor,Kutsal kitap dev boyutlarda ve devamlı okunuyor.Amritsar bir dini merkez oluşunu ihtişamıyla gösteriyor.

Mcleod Ganj Merkezindeki Budist tapınağı ve dua tekerlekleri ile rahipler...
MCLEOD GANJ
Hindistan'daki 2. yer bir kasaba olan McLeod Ganj oldu.Buraya gelebilmek için önce trenle Pathankot kentine geldim.Otobüs garajında 4-5 saat kadar bekledikten sonra Dharamsala otobüsüne bindik.Safari benzeri bir yolculuktan sonra savrula savrula dağlara tırmanıp Dharamsala'ya gecenin 8'inde vardık.Bir taksi tutup 20 dk daha tırmandım.2000 m civarındaki Mcleod Ganj'dayım.,
Burası,işgalci Çin'e karşı pasif direnişle zafere ulaşacağını sanan Dalaı Lama ile buraya sığınan 80.000 kadar Tibetlinin sığındığı bir dağ başı.Himalayalara sırtını dayamış bir yer burası.Tüm dünyadan insanlar yenilenmek,dinlenmek için geldikleri,yoga ve meditasyon yapılabilen ağaçlar arasında çok dinlendirici bir yer.Ben çok sevdim.Tibetliler çok iyi insanlar.Bize benziyorlar.Budist hepsi,yemeklerini de çok sevdim.
Burası da Dalaı Lama'nın konutunun karşısıdaki Budist Tapınağı.