Kasım 17, 2005

öğretmenler günü yazım

ÖĞRETMENLER GÜNÜ
N.Mac Ewan adlı bir öğretmen''Biz aldıklarımızla yaşamımızı idame ettiririz ,
fakat verdiklerimizle bir yaşam yaratırız.''diyor.
Ülkemizde öğretmenlik"kutsal meslek" olarak gorulur ama "hic bir şey olamazsan öğretmen ol" derler.
Öğretmenlerin maaşları azdır, huzurları yoktur, sağlıkları gittikçe bozulur (ornegin ses telleri yıpranır, bacaklarda varis oluşur).
3 ay tatili, haftalık tatil gunleri goze batar ama ruhsal yorgunluklarına kimse aldırmaz.
Sadece sınıflarındaki öğrenciyle uğraştıkları sanılır ama o öğrencilerin 2 adet de velisi ile uğraşmak zorundadirlar.

Öğretmenlerin kötü olanlar hep orda burda anlatılır, iyi olanları ise sadece öğrencileri hatırlar.
‘Öğretmen kandile benzer ,kendini tüketerek başkalarına ışık verir.’ horace .
Anadolunun en ücra kö$elerinde bile görevini onurlu bir $ekilde sürdürmeye çalı$an, fırtınalarda karlarda okuluna giden, çocukları için yemeyip içmeyip kendi maa$ından kılık kıyafet alabilen eli öpülecek, önünde saygıyla eğilenecek, ve gelecekte ülkemizi akıl yoksunu insanlara* bırakmamak için çocuklarımızı eğiten saygın insanlar öğretmenlerdir.
Diğer yüksek okul sonucu erişilen meslekler arasında en kolayı ve en az zeka isteyeni sanılarak haksızlığa uğramış yüce meslektir öğretmenlik.
sadece kitapta* bulunan bilgileri öğrenciye aktarma işi öğretmenlik değildir.
Öğretmenlik, karşısındakinin beyniyle bire bir etkileşime girilen az sayıdaki meslekten birisidir, ve belki de bu meslekler arasında en zor olanıdır. İyi bir öğretmen karşısındaki öğrenciler gibi düşünebilme yetisine sahip olmalıdır ve mesleğin en kritik noktası da budur.
Öğrenmek için (yarısı bile) harcanmamış enerjinin öğretmek üzere harcanması durumunda olunan şey.İşte öğretmenlik budur.. Ömür törpüsü ile sabır taşı bileşiminden oluşan değerli taş..İşte öğretmen budur.
HER HALÜKARDA İYİLİKLERİ KÖTÜLÜKLERİNDEN ÜSTÜN OLAN, TOPLUM GÖZÜMDE GERÇEKTEN KUTSAL MESLEK ERBAPLARIDIRLAR, NE SORUNLARI OLURSA OLSUN. BİR KELİME BİLGİ KIRINTISI BİLE PRİMATTAN İNSAN YAPABİLME YETİSİNE HAİZDİR ZİRA.
BİR ÖĞRETMEN YETİŞTİRMEK DEMEK İSE BİNLERCE PRİMATI İNSAN EDEBİLECEK POTANSİYELİ ORTAYA ÇIKARMAK DEMEKTİR.
ANILARLA ATATÜRK
HAPI YUTARDI
Atatürk Galatasaray Lisesi'nde öğrencilerden birine sordu:
-Nil olmasaydı, Mısır ne olurdu?
Öğrenci,çabuk yanıt vermek için boş bulunup:
-Hapı yutardı...dedi.
Bu yanıt Atatürk'ün hoşuna gitti.Öğrenciye on numara verdi.

YURDUMUN TOPRAĞI TEMİZDİR
Kral Edvard İstanbul'a geldiği zaman,yatından bir motora binerek Dolmabahçe Sarayına yanaştı.
Atatürk rıhtımda onu bekliyordu.Deniz dalgalıydı.Kralın bindiği motor,inip çıkıyordu.
İmparator rıhtıma çıkmak istediği bir sırada,eli yere değerek tozlandı.
O sırada Atatürk elini uzatmış bulunuyordu.
Bunu gören Kral bir mendille elini silmek istediği zaman Atatürk:
-Yurdumun toprağı temizdir,o elinizi kirletmez,diyerek Kralı elinden tutup rıhtıma çıkardı.

DEVRİM BİR ANDA OLUR YA DA OLMAZ
Atatürk yazı devrimini gerçekleştirmişti.
Yaşlı,genç,kadın,erkek tüm yurttaşlar yeni harfleri öğrenmek için gece gündüz kurslara gidiyorlardı.
Devrimi izleyen iki yıl içinde bir buçuk milyon vatandaş okur yazar olmuştu.
yazı devriminin en dikkate değer yanı,Atatürk'ün bu devrimin yerleşmesinde en ufak bir ihmali bile kabul etmemiş olmasıdır.
Örneğin bazı kimseler kendisine:
-Paşam,ilkokulların ilk sınıflarından itibaren yeni harflerle öğretime başlayalım.
O kuşakla birlikte ortaokulu,liseyi ve üniversiteyi izletelim,diyorlardı.
Atatürk bu görüş ve düşüncelerin hiçbirisine yanaşmadı. -Devrim ya bir anda olur,yada hiç olmaz,dedi.

YAPACAKLARIMDAN SÖZ EDİN
Bir soruşturma dolayısıyla,Atatürk'ün başardığı işlerden Vasıf Çınar söz açmıştı.
Kendisine Sordu:
-Sizin en büyük eseriniz hangisidir?
Atatürk'ün kısa cevabı şu olmuştu:
-Benim yaptığım işler,biri ötekine bağlı gerekli olan işlerdir.Fakat,bana yaptıklarımdan değil,
Yapacaklarımdan söz edin.

BAŞÖĞRETMEN ATATÜRK
Yazı devriminden sonra(1928),Atatürk'ün kara tahta başındaki resmi görülünce,O'na "başöğretmen" denilmeye başlanmıştı.
Aslında,adlandırmada geç kalınmıştı.
Kurtuluş Savaşı'ndan hemen sonra,bir İstanbul gazetecisi kendisine şöyle bir soru yöneltmişti:
-Yurdu kurtardınız.Şimdi ne yapmak istrerdiniz?
Hiç duraklamadan şu cevabı vermişti:
-Milli Eğitim Bakanı olarak Türk Kültürünü Yükseltmeye çalışmak,en büyük amacımdır.
Ondan sonra Atatürk nerede görünse,mutlaka orada bir okula girer,öğretmen ve öğrencilerle konuşurdu.
Birgün Atatürk'ün yolu köy okuluna düştü.Tek sınıflı okulda bir genç öğretmen ders veriyordu.
Atatürk sınıfa girince,öğretmen kürsüsünü terk etti.
Atatürk:
-Hayır,yerinizde oturunuz ve dersinize devam ediniz,dedi.Eğer izin verirseniz,bizde sizden faydalanmak isteriz.Sınıfa girdiği zaman,Cumhurbaşkanı bile öğretmenden sonra gelir.

Kasım 14, 2005

UYDU

Geçen günlerde eve uydu anten aldım.İlk izlenim ve değerlendirme şöyle:Dünya’da ne kadar çok ülke ve tv var.Tabiiki benim gördüklerim sadece iki çanak vasıtasıyla alınabilenler.
Geniş kapsamlı düşününce Dünya’da Devletler,Dinler,şirketler,siyasi görüşler ve satacak birşeyi olan herkes Uydudan yayın yapan TV’ler vasıtasıyla satıcı gibi ortaya çıkmış,pazara gelen insanlara mallarını pazarlıyorlar.Kimi kendi ülkesinin güzelliklerini (Holidays in Greece-Yunanıstan’da Tatiller),kimi ülkesinin propogandasını (Voice Of Amerika-Amerikanın Sesi ),kimi sex yoluyla telefon etmeye dayalı pazarlamalar veya bizzat abonelik ile sex pazarlaması,kimi takı,halı,elektrikli veya benzer alet edevat,kimi Dünya’daki en yeni haberler (CNN),kimi Hristiyanlık,kimi Müslümanlık,kimi Budizm için heyecanlı söylevler vererek para yardımlarını bekliyor,kimi de şarkı ve şarkıcıların dinleyenlerini artırmaya çalışıyor.( MTV- resimdeki binadan yayın yapıyor-) Bizler de alıcılar olarak pazarı-Dünya denen büyük Çarşıyı- geziyor, görüyor bir süre sonra sıkılıyoruz.Herşeyin paraya endeksli bir ekonomik oyunun parçaları olduğunu anlayıp ticari yönleri gizlenmiş gösterişli bir hayatın bizi çeken yönüne takılıp gidiyoruz.Beni en çok etkileyen ise bütün dinlerin birbirlerine ne kadar da çok benzedikleri.Bu pazarda herşey satılık,parayı veren herşeye ulaşır.

Kasım 11, 2005

çameli


Çameli
1980 yılının mart ayında ilk kez öğretmenliğe başlamak üzere babamın murat 124’ü ile Çameli’ye doğru yola çıktık.Ay’ın 11’i idi ve ilkbahar gelmek üzereydi.Denizli’den yola çıktığımızda, güneşli pırıl pırıl bir hava vardı.Acıpayam’ı geçtikten sonra hava soğumaya başladı.Giderek yokuş ve karlı bir yol karşımızda kıvrılarak bizi bekliyordu.Babam bu tür sıkıntılı durumlara pek gelemez.Ben gitmiyorum deyip arabayı kenara çekti.Aslında haklıydı.Araba’da zincir yok,karlı yolda nereye kadar gidebilirsin?.
Biraz bekledikten sonra bir kamyon geldi.Eşyaları (bir yatak,bir kilim,bir iki giyecek,bir küçük tüp,salça,tarhana,bulgur,makarna vs) kamyona atıp,çamurlu sokakları ile Çameli’ye vardık.Okul Müdürü’nün kayınbiraderinin evine yerleştik.
Ev dediğime bakmayın asıl ev yandaydı.Ben,alt katta katırların bağlandığı üst kattaki bir odada kalıyordum.Anam ortalığı toplayıp ertesi gün Denizli’ye döndü.
İlk defa derse girdim,öğretmenim diye seslendiler,kendi yemeğimi yapamadım,hafta sonlarını Denizli’ye gitmek için iple çektim.İlk defa, çıkardığım iççamaşırlarındaki kan izlerinden beni tahtakurularının yediğini anam keşfetti.Cüzdanımı kaybedip maaş ve ders ücretinden oluşan tüm paramı Çameli’de kaybettim.
Yaz geldiğinde elma bahçeleri arasında bekar öğretmen arkadaşlarla gece yürüyüşleri yaptık.İyi arkadaşlar edindim.
Bir Perşembe gecesi arkadaşlarla yedik,içtik.Sabah kalktığımızda hava aydınlanmıştı ve okula geç kalmıştık.Gariptir sokaklar da bomboştu.Radyo’yu açan arkadaşımız bize ihtilal olduğunu,askerlerin sokağa çıkma yasağı koyduğunu söyledi.Böylece 12 Eylül’ü yaşadık.
Alabalık çiftlikleriyle,kurufasulyesi, cevizi ve diğer meyveleri ile Denizli’nin en yüksek,temiz havalı çam ormanlarına sahip,ekonomik ve sosyal kurtuluşunu Fethiye yolunun açılmasında gören bir güzel ilçemiz.
Bir Salı günü babam ve babamın beni getiremeyen murat 124’ü ile köyümüzün muhtarı birlikte gelip köye yeni açılan ortaokula tayin kararnamesini getirdiler ve 8 aylık Çameli günlerim bitti.
Haftasonu gelip alırım dediğim somya*’yı almaya hiçbir zaman gidemedim.Aradan yıllar,yollar,okullar,meslekler geçti.Bir Fethiye ve çevresine yaptığım motosiklet gezisi dönüşü (yol açılmıştı ama ne gelen vardı ne de giden)uğradığım okulum terkedilmişti.Camları kırık,içi boş,virane bir haldeydi.Gençliğimi aradım bulamadım.Lise, yeni yapılan binaya taşınmıştı.
Ben bu yazıyı niye yazdım?Bundan iki hafta sonra öğretmenler gününde kıdemli öğretmen olarak Mustafa Kaynak Anadolu Lisesinde öğrencilere konuşacağım.Nereye geldim derken nereden geldim demeyi unutmamak için.
*Somya bir yabancı kız ismi olmayıp,eskiden çok kullanılan demirden yapılan yaylı yatak.

Eylül 13, 2005

YOLCULUK DEVAM EDİYOR


2,5 Yıldır görev yaptığım Babadağ’dan tayinim çıktı.Mustafa Kaynak Anadolu Lisesine gidiyorum.H.Mehmet Zorlu Ç.P.Lisesi şimdiye kadar en severek çalıştığım okullardan biri oldu.Öğrencilerimize eğitim ve öğretimin gereklerini vermeye çalışarak,iyi insan modeli olmaya çalışarak görevimi yapmaya uğraştım.Bu Babadağlılar son derece zeki insanlar.Eğitime dönük değil ama ticarete ilişkin iyi işleyen bir kafa yapıları var.Buradan iyi anılarla ayrılıyorum.Özellikle öğrencilerimi sevgiyle anacağım.Daha sonra Babadağ’a ait görüşlerimi de yazabilirim.Hoşçakal Babadağ.

Ağustos 29, 2005

YOLCULUK

Ben Mustafa Ender.
Uzun süredir hayalim, motosikletle uzun bir yolculuk yaparak, görmediğim yerleri gezmek,çadırda konaklamak,bir yol tatili yapmaktı.Herhalde ünlü Easy Rider filmi bunu bilinçaltıma yerleştirmişti.Bu yıl hanım da yurtdışına oğlanın yanına gidince özgür kaldım ve hayalimi gerçekleştirmeye karar verdim.Hazırlık sonrası yola çıktım.

1.GÜN
DENİZLİ-AFYON-SİVRİHİSAR-MİHALIÇCIK-NALLIHAN 06.07.2005
Sabah 8’de Denizli’den yola çıktım.2003 model Honda Titan’la 8635 km’de iken yolculuğa başladım.Motor küçük fakat yeni ve sağlam.Yavaş gider yani ben yavaş sürerim ama giderken şişmez.iyidir yani.
Afyon’da şehiriçinde durdum ve sucuk-iskender,kaymaklı ekmek kadayıfından oluşan öğle yemeğimi yedim.8,5 ytl.
Yola devam.Uzun uzun motor sürdüm.
Sapsarı ufku ile İç Anadolu,Sivrihisar.
Biçerdöverlerin ardından ortaya çıkan avların peşinden süzülen doğanları gördüm.Yoksa şahin miydi?
Yunus Emre’nin türbesini ziyaret ettim..Bakımlı temiz bir yer.Anadolu’nun ortasında maddi değerlerden kopup sevgiyi tek yol seçen gerçek bir sevgi adamı.Mezarı birkaç kez yer değiştirmiş. Herkese selamı var
Yeşillikler içinde küçük Mihalıçcık.Rakım yüksek,hava serin.Tam bir yayla.
Mihalıçcıktan sonra topraktan yapilan göveç kaplarını pişirenleri görüp konuştum.
Sakarya nehrine inerken yeşillikler içinde köyler ve baraja yakın dinlenme tesisleri gördüm.
Yorgunluktan bitkin bir halde Nallıhan Öğretmenevi’ne ulaştım.

2.GÜN
MUDURNU-ABANT-BOLU-YEDİGÖLLER 07.07.2005
Sabah simit ve çay ile kahvaltı yapıp yola çıktıktan sonra ayaklarım üşüdü.Rüzgarlığın altını giydim.
Mudurnu’ya inerken daha da üşüdüm ve deri mont’un altına eşofman giydim.Tarih 7 temmuz?Mudurnu’ya kadar sisler içinde gittim..
Yeşillikler içindeki bir yoldan tırmanılan tepeyi aştığımda ise daha da yeşil Abant gölü karşımdaydı.
Göl çevresindeki yürüyüşten sonra son derece keyif veren bir yoldan Bolu’ya ulaştım.
Bolu’lu aşçının benim için pişirdiği kuru fasulye-pilav sonrası beni nasıl bir yolun beklediğini bilmediğimden yedek bir ekmek alıp yedigöller yoluna çıktım.Son derece bozuk,taşlı,virajlı benim burada ne işim var?dedirten.sağ salim geri dönme kaygısı yaşatan bir 42 km.belki 2 saat.Sonunda sık bir orman.Heyelan sebebiyle oluşan küçük çukurlarda biriken göl suları.
Fazla oyalanmadan aynı zorluktaki dönüş yolu.
Yedigöller yolu ne kadar bir kaygı yaratmış ki çok güzel bir göl olduğu söylenen Gölcüğü ıskalama.
Müthiş bir trafik yoğunluğuyla Bolu dağı geçişi.Sağlı sollu lokantalar.Hızla akan trafikte manzarayı seyredemeden hızla iniş.
Hendek’te öğretmen arkadaşı arayıp bulamama.Günün sonunda hava karardığında yeğen’in yanına Sapanca’ya varış.

3.GÜN
SAPANCA-HENDEK-SAPANCA 08.07.2005
Sapanca gezisi.Yeğen’in işyerine ziyaret.Motor’un yağını değiştirme ve bakım.Dün göremediğim arkadaş için Hendek’e aile ziyareti.Mangal,köfte,bira.Sapanca’ya dönüş.Gece Sahilde yürüyüş.

4.GÜN
İZNİK-GEMLİK-BURSA-BANDIRMA-ERDEK 09.07.2005
Sabah erkenden Arifiye,Pamukova,Şeftali bahçeleri arasından İznik.
İznik çok çok güzel bir yer.Mezarlık kenarındaki çay bahçesinde iki yaşlı amca ile sohbet ettik.Çay,seyahat,motosiklet (İçlerinden biri de gençliğinde benim gibi ama oğluyla MZ motorla çok uzun bir gezi yapmış.) Candaroğullarının mezarlarını ziyaret.Tepeden kuşbakışı manzara Yeşillikler içindeki göl kıyısı.Tam öğlen olmamasına rağmen Islak köfte güzel..Ayasofya kilisesi’ne giriş.Burası İznik Konsülünün toplandığı ve bugünkü anlamda Hıristiyanlığın temel fikirlerinin,anlayışlarının kararlaştırıldığı yer.Fotoğraf çekimi.
Yola çıkışta göl kenarında gölgede dinlenme.Kıyıdaki yerleşimler de çok şirin.İznik tüm gezi boyunca beni en çok etkileyen yer oldu.
Öğleyin 14 civarında Gemliğe geldim.Kıyıdaki limana yakın bir ağaç gölgesinde oturanlarla sohbet ettim.Hareketli bir ilçe.Kayalık kıyı,apartmanlar,uzaktaki fabrika görüntüsü.
Çok sevimli görünmediğinden bir an evvel yola devam etmeyi istedim.Gemlik çıkışı Mudanya yazısını bulamayınca o yöne yapacağım gezi kısmını erteleyip Bursa’ya varış.Sıkışık ve yoğun trafik nedeniyle Bursa’da hiç durmadan yola devam.Aslı’yı bile görmeden.(Arkadaşın kızı),İskender kebabı bile yiyemeden.Gerçi toktum ama belli olmaz.Bu mide daha ne yiyecekler kaldırır.
Ulubat gölüne uzaktan bakış.Kuş cennetinin sadece tabelasını görebildim.Kendisini değil.Akşam 17 civarı Bandırma.Balıkesir’in Bandırması.Tam bir Deniz ulaşım kenti.Kocaman gemiler.Sokakları kazılmış,toz toprak içinde.Fazlaca kalmayıp Erdek’e ulaşmak istedim.Kapıdağ yarımadasının bağlantısı 200 m ya var ya yok.Önce Kamplar sonra’da Erdek.
Her zamanki gibi Öğretmenevinde yer yok.kampinglerden ikisi yüksek fiyat söyleyince İkinci Bahar Kampingde yer buldum.Hem ucuz hem de güzel.
Akşam sahilboyu yürüyüş.Restoran ve eğlence yerleri,çay bahçeleri ile çok hareketli bir yer Erdek.

5.GÜN
MARMARA,AVŞA, ADALAR TURU 10.07.2005
Sabah kalktığımda bir de gördüm ki çadırın etrafı çiy.Kamping gölgeliğinde kahvaltımı yapıp mayo ve diğer gerekli malzemeyi alarak(Cep telefonu,fotoğraf makinesi,cüzdan,havlu ve tabii ki kendim) yürüye yürüye sahil boyundan iskeleye pardon Limana vardım.Adalar turu yapan gemi normalde hergün adalara tarifeli seferler yapan içine kamyonların,otomobillerin girdiği demirden yapılmış kocaman bir gemi.
Gemide bu yaz ilk defa tatile çıkmış nereye oturacağını bilemeyen tipler.Bir gölgeye bir güneşe oturanlar ve birbirlerinin çeşitli pozlarda fotoğrafını çekenler.
İlk Durak Marmara adası.Çok çok güzel bir ada.Yerleşim merkezi küçük ama köyleri olan geniş alanlı bir ada.Küçücük bir Lisesi var.Sokaklarını dolaştım.Orada oturan bir kadından bilgi aldım.Denizinde yüzdümBu yaz ilk defa.Bir lokantada balık ekmek yedim.Zeytin,balık,tertemiz ve hafif rüzgarlı havası ile uzun yaz tatilleri geçirilebilecek bir yer.
İkinci Durak Marmara denizindeki Bodrum.Yani Avşa adası.Upuzun sahili var.Denizi tertemiz Sahilde sıkışık biçimde yerleşmiş içiçe dükkanlar,restoranlar,tabi fiyatlar Bodrum benzeri.Arka kısımlarda sürekli ya da yazları orada yaşayanların oturduğu dar sokaklar,fırın,kahvehaneler.Zaten tüm gezim boyunca tatilcilerin yöneldiği,gezdiği yerleri değil halkın oturduğu,yaşadığı sokakları ve evleri görmeye çalıştım.Bu bir bakıma iyi de oluyor.Çünkü buralar daha ucuz.Avşa’da da denize girdim,etrafı gezdim.Buraya İstanbuldan ulaşım çok kolay olduğundan oldukça kalabalık ve içlerinde yabancı uyruklular da var.Avşa’dan doğrudan İstanbula,Şarköy’e (Tekirdağ) ve Erdeğe gemiyle gidebilirsiniz.
3 saat Avşa’da kaldıktan sonra dönüş yolunda Paşalimanı adasına da kısaca uğrayıp (yolcular inmedi) Erdek.
Erdek çevresinde daha ileride Ocaklar ve birkaç yerleşim daha var.Gemiden göründüğü kadarıyla ve duyduklarım buraların çok temiz denizi olan,pansiyon,restoranların bulunduğu ve fiyatları da uygun olan yerler.Zira Erdek biraz havalanmış.Ayrıca sabahlara kadar yapılan düğünleri,susmayan müziği de dikkate alırsanız Erdek dışı seçenekler de oldukça güzel.
Gece tekrar sahilboyu yürüyüş ve ertesi gün dönme kararı.Çünkü daha fazla gezebileceğim ya da yapabileceğim bir şey yok.Ya da ben bilmiyorum.

6.GÜN
BİGA,LAPSEKİ,GELİBOLU,ECEABAT VE GÖKÇEADA 11.07.2005
Sabah kahvaltısını yapıp erkenden yola çıktım.Elveda Erdek.Kahvaltıda süt içtiğimden bir süre sonra çay içecek bir yer aradım.Bulabildiğim yer ise gayet keyif verici bir kasaba kahvehanesiydi.Edincik adlı bu yer bir yamaçta kurulmuş.Tipik bir Marmara bölgesi kasabası.
Öğleye doğru yolda giderken,sağ taraftaki yeşillikler içindeki tarlada acaba ne ekilmiş,bu ürün nedir diye durdum.Gidip bakayım dedim.Sol ayağımla motorun yan ayağını açtım.Yani öyle sandım.Kendimi sola doğru motordan inmek için bıraktım.Motorla beraber sola tarafa yıkıldık.Yan ayak açılmamış.Arkada eşyalar da önemli bir ağırlık olduğundan yana yatmak kolaylaşmıştı.Neyse silkindik,kimse görmemiştir herhalde diye bakınıp toplandık.Tarlaya filan boşver.Yola devam.
Öğlen saatlerinde vardığım Biga’da bir internet kafede fotoğrafları makineden internet yoluyla kendi adresime gönderdim.Tekrar fotoğraf çekebilir hale geldi.Biraz da dinlenip yola devam ettim.İkindi Çardak’daydım.Kıyıda,Boğazın iki yakası arasında işleyen gemilerin olduğu hareketli bir yer.Gidilecek yer uymadığından devam edip Lapseki’ye ulaştım.Gelibolu’ya 3-ytl karşılığında beni ve motoru götürdüler.
Gelibolu bir Tarih.Çanakkale Savaşlarındaki askeri birlikler,Mustafa Kemal,Bayraklı Dede adlı türbesiyle,Denizaltıcılar anıtıyla,çilehanesinde 14 yıl çile çeken Kuranı-Kerim yorumcusuyla.
Gelibolu-Eceabat arası son derece hareketli,manzaralı bir yer.Sürekli boğazdan gemiler geçiyor,karayolundan da otomobiller.Kilitbahir’de 5 yıl evvel kaldığımız kampinge vardım.Yine bir geceliğine konaklamak,Yarımada’daki Çanakkkale Savaşı hatıralarını görmek için.Yüksek fiyat çekince çaresiz tek yol Gökçeada.
Kabatepe iskelesine vardığımda daha gemiye çok zaman vardı.İskeleye bitişik bir orman kampının olduğunu öğrendim.Belki deneyebilirim düşüncesiyle gezdim.Yüksek sesli müzik yayını kampın bulunduğu alanın ruhuna uymadığı gibi bana da uymadı.Gece 21.45 de başlayan gemi yolculuğu gece yarısı Gökçeada’da sona erdi.Gecenin bir yarısı Kaleköy sahilinde çimenlerin üstünde bir ağacın altında el yordamıyla çadırı kurup uykuya geçmiştim bile,Bir günde bu kadar iş yeter.


7.GÜN
ESKİ KALEKÖY,YENİ BADEMLİ,ESKİ BADEMLİ,YARIM ADA TURU 12.07.2005
Sabah erkenden kalkıp kahvaltımı yaptım,Kaleköy sahilinde dolaştım.Sabah sessizliğinin ve serinliğinin dinlendirici ve huzur verici havasını aldım.Ada yürüyüşüne başladım.Eski Kaleköy’ün tepesine çıkıp manzarayı seyrettim.Fotoğraflar çektim.
Yeni Kaleköy’ün içinden geçtim.Kahvede çay içtim.Tipik bir Anadolu köyü haline gelmiş.Aslında burada oturanlar, Anadolu’da köyleri baraj suları altında kalanlara arazilerinin istimlak bedeli karşılığında arazi ve ev verilen Isparta,Trabzon dolaylarından gelerek yerleşmiş köylülerimiz.Devlet tarafından yapılmış hepsi bir örnek sıra sıra birbirinin aynısı evler.Birçok ev pansiyon haline getirilmiş.Özgünlük yok.
Eski Bademli’ye tırmandım.Bu rumlar gerçekten akıllı insanlar.Evlerini dağın yamacına kurmuşlar ki tarım arazisinden daha iyi yararlanabilsinler.(Bizimkiler de tersine evlerini ovaya yapmışlar.)Koyu gölgeli köy çeşmesinin ve çamaşırhanesinin bulunduğu büyük devasa çınar ağacının bulunduğu köy meydanında dinlendim.Bir dağın yükseğinde buz gibi suları olan bir çeşme,çıkan sularla çamaşırları yıkamak için hazırlanmış ocak yerleri.Ocaklara kazanları kur,suyu doldur,ateşi yak,çamaşırları yıka.Sistem bu.Yan yana sekiz kişi çamaşır yıkayabilir.Aynı zamanda haftalık dedikodularını yap.Taş kaplı sokaklardan,yeni yapılan bir otelin önünden geçip kilise ve okulunu görüp yürüyerek döndüm.
Çadıra girmiştim ki,beni çağıran bir adam;buraya çadır kuramazsınız,dedi.Sorun belli olmuştu.Alan Gökçeada Belediyesinin lokantasının bulunduğu ve Belediyenin işlettiği bir alandı.Ben de gece karanlığında Kaymakamın evine çok yakın ve sahile bakan bir ağaç altına yerleşmiştim.Bu durum sakıncalıydı.Kaymakam bey rahatsız olabilirdi,ilerideki çadır sahipleri de önlere gelmek isteyebilirlerdi.Sonra çadır kirası vardı.Neyse durumu anlattık.Fiyatta anlaştık ve yerimizi de kimseyi rahatsız etmeyecek bir konuma çektik.Herkes rahatladı.
Öğleden sonra motosikletle adanın bir kısmına keyif gezisi yapayım, dedim.Yanıma ada haritasını da almamışım.Aydıncık adlı adanın batısındaki köye vardım.Devam edip bir yarım tur atayım dedim.Yol bitmek bilmez.Ortalık ıssız.Neyse uzun bir mesafe dolaşıp doğru dürüst bir keyif alamadan turumu bitirmeden Dereköy’geldim.Etrafı gezip görgümü artırdıktan sonra akşama çadırıma döndüm.

8.GÜN
GÖKÇEADA 13.07.2005
Yine erkenden kalktım.Bugün ne yapayım?Önce Gökçeada’ya gidip çay içeyim,sonra yanıma kitap ve bir örtü alıp Eski Bademli’de çınar altına yayılayım,kitabımı okuyayım,öğleden sonra sıcak azaldığında da denize gireyim,dedim.Düşündüklerimi de aynen yaptım.Eski Bademli’den iki yerli turist aile notları.
Aile 1:Erkek Boğaziçi mezunu bir matematik öğretmeni.Aydınlık.Güleç yüzlü,konuşkan.Yanıma geldiler.Çınardan,çeşmeden,çamaşırlıktan söz ettik.İlerideki yıkık binanın ne olabileceğini sordum.Binanın yanına gidip baktık.Sonunda zeytin yağhanesi olduğuna karar verip rahatladık.Yanlarında da iki tane kız öğrenci vardı ve onlara sürekli ada hakkında bilgiler veriyorlardı.Bu arada yanımıza gelen ve yürüyüş yapmakta olan kadınlarla da sohbet edildi.Onlar da hem yürüyüş yapıyor hem de çeşitli otları topluyorlardı.
Aile 2:Araç Doblo..Sürücü erkek.Arabadan indi.Çeşmeye şöyle bir baktı ve dönüp oturdu.Sağ ön koltukta oturan kadın türbanlı,güneş gözlüklü,arabadan hiç inmedi.Arabanın açılan sağ kapısından etrafa bakan anneanne torununu indirdi.Araçtan inmeden sağa sola baktılar.Az ilerde bağlı eşeği gördüler.Aynı köydeki gibi deyip sevindiler.Hadi torunumla eşeğin fotoğrafını çekin diye çığrıştılar.Anne ne gerek var dedi.Baba olmaz dedi,Anneanne ısrar etti.Bunlar olurken eşeğin sahibi Rum vatandaşımız gelip eşeğin ipini çözdü,çekti,gitti.İlgilenecek başka bir şey bulamayan aile de turistik mekan ziyaretini bitirip döndü,gitti.Bana da insanlarımız ceplerini dolduracağına biraz da beyinlerini doldursalar daha iyi olmaz mı?diye sormak kaldı.
Öğleden sonra taşlı bir sahili olan Yıldızlar koyu’nda yüzdüm.Akşama kendi limanıma ve çadırıma döndüm.

9.GÜN
TREKKİNG 14.07.2005
Dünkü yürüyüş yapan kadınlar bana bugünkü planımı yapmakta yardımcı olmuştu zaten. Karar:Yürüyüş.Sabah kahvaltısından sonra yürüyerek Gökçeada’ya vardım.Önceden de oturduğum çayevinde çayımı içtim.Halktan kişiler öylesine sıcaklar ki buraya her oturuşumda birilerini tanıyor,hayat hikayelerini dinliyorum.
Kişi 1:Bir kadın.Eşi emekli Cezaevi Müdürü.Halen inşaat malzemeleri,boya ve saire satıyorlar.Konuşkan güleç yüzlü biri.
Kişi 2:Çayevinin işleticisi.Bir kadın. Yaşlı,esmer,Herkese laf ediyor.Konuşkan.
Kişi 3:Bir İstanbul efendisi.Görmüş geçirmiş.Kültür,bilgi,ticaret.Gayrimenkul alıyor,satıyor.
Kişi 4:Bir özgür vatandaş.Orta yaşlı.Sirk’te sunucu.Aylarca WW kaplumbağa otomobili,çadırı ile istediği yerde istediği kadar kalıyor.
Yürüyerek gidilecek ilk hedef Zeytinli köyü.Madamın kahvesini daha önceki gelişimde içememiştim,inşallah bu sefere deyip yola çıktım.4 Km’lik yolu yürüdükten sonra Madamın yerinde dinleneyim dedim.Benim gibi daha bir çokları da bu kahvede ve komşu kahvelerde kahve keyfi yapıyorlar.Servis yapan gençten bir erkek.Madamı sordum.Öldü, dedi.Fotoğraf albümlerine baktım.Dolu dolu yaşanmış bir hayat gördüm.Madam ve eşi Zeytinli’de yaşamışlar.Yüzlerce ünlü ünsüz insana kahve yapmışlar ve bir köy onların sayesinde canlılığını koruyor.Aynı canlılık adanın en güzel su kaynağına sahip olmasına rağmen Eski Bademli’de yok.Zeytinliden yamaç boyunca yürüyerek ana yola çıktım.Yolun bundan sonrası yürüyüş değil tırmanma.Uzun ve yorucu,zaman zaman küçük yağmur damlalarının düştüğü bir havada önce Tepeköy’ün altındaki Çınaraltına gittim.Birçok aile topları,mangalları,gürültüleri,ipleri ile piknik yapıyorlardı.Alan, askerlerimizce düzenlenmiş ve pek güzel olmuş.Yamacından muhteşem kuzey Ege manzarası,Semadirek adası.Yürüyüşe pardon tırmanışa devam.Yol’da bir kırmızı dut ağacı buldum.Tam zamanı.Nefis kırmızı dutlar geçmişe ait tatlar bıraktı.Tepeköy’e vardığımda yorgunluk had safhadaydı.Kapalı olan kahvenin önünde oturup gelen gidenleri seyrettim.Meydanın kenarında Adanın en ünlü lokantalarından Barba Yorgo’nun yeri var.Köyün içini dolaşıp geldikten sonra meydanın alt tarafındaki dükkanda açık şarap buldum.Bulunan mal bulanındır deyip 2 bardak şarabı yer fıstığını meze yapıp indirdim.Güle güle.Hem lezzetli hem de ucuz.Yürüyüşte olmasam 1-2 şişe alabilirdim.Akşam yaklaşıyordu.Daha yürünecek yol vardı.Önce yokuş aşağı ana yola,sonra Gökçeada’ya ve kendi limanıma derken akşam olmuş,ben yorgunluktan bitmiştim.Bugün tam bir yürüyüş manyağı yapmıştım kendimi.Yaklaşık 25-30 Km.az sayılmaz doğrusu.

10.GÜN
ÇAMUR,DÖNÜŞ,ÇANAKKALE GECE YOLCULUĞU,AYVALIK 15.07.2005
Kahvaltıdan sonra motorla (dünkü yürüyüş bayağı bir yorgunluk yapmıştı.) önce Gökçeada’ya ardından çamur banyosu yapılan Aydıncık tarafına.Aydıncık’ta Bulgarlar kamp kurmuş sörf yapıyorlardı.Asıl plajı bulup denize girdim.Çamur oluşan sığ bir iç koy’daki çamurları alıp vücuduma sürdüm.Yaklaşık yarım saat sonra kuruduğunda denize girip temizlendim.İlginçtir ertesi gün çamurun derideki rahatsızlıklara faydalı olduğunu hissettim.Bir dahaki gelişimde buraya çadır kurup 3-4 gün burada çamur banyosu yapacağım diye not ettim.(Kafama) Artık dönmeye karar verdim. Gökçeada’nın tadını çıkardım diye düşündüm Bir tek Uğurlu tarafındaki tesisler ve kıyı kalmıştı.Orası da bir kez daha buraya gelmeye sebep olsun diye bıraktım. Motorla doğruca Kaleköy’e geldim.Çadırımı topladım.Motora yükledim ve yola çıktım.Kuzu Limanındaki iskeleye geldim.Daha 30 dk.var diye düşünüyordum ki geminin gecikeceğini söylediler.Artık ne zaman gelirse ve ne zaman kalkarsa biz de döneriz.
Gemi geç kaldığından Kabatepe’ye de geç geldik.Doğruca Eceabat’a ulaştım.Canakkale biletini alırken baktım Nasuh Mahruki.Selamlaştık.Ne de olsa o da motorcu ben de.Gemiden Çanakkale’ye inişimiz de geciktiğinden yola çıkar çıkmaz hiç oyalanmayıp devam ettim.Küçükkuyu’ya geldiğimde zifiri karanlık olmuştu.Bir kampingde kalmak mı,yola devam etmek mi?Cebimde nakit para da azdı ve para çekecek Bankamatik bulamayacağımı düşünüp yolun daralmış,trafiğin yoğun,yer yer toprak olmasına dayanıp gece geç vakit Ayvalığa ulaştım.Hem açtım hem de yorgun.Önce 2 Ayvalık tostu ve ayran ile karnımı doyurdum.Ardından daha önce kaldığım Çamlık Kamping’e.Kapıcıya kapıyı açtırıp el yordamıyla çadırı kurup içine kendimi zor attım
Gürültülerle uyandım.Birileri bağırıyor,birileri ağlıyor birileri yüksek sesle başka şeyler söylüyordu.
Sonuç ve tesbit:İki İngiliz genç kız kamping’de kalan iki serseri tarafından bir eğlence yerine götürülüyor.Rakılar içiliyor.Erkekler sonuçta kızlarla ilişki istiyor.Kızlar reddedince de Kamping’e gelinceye kadar kızları dövüyorlar.Türk erkeği bir yabancı kıza para harcadıysa büyük ihtimalle bunu özel çıkarları için yapmıştır.Yabancılar için birlikte biryere gidip içmek sadece eğlence için yapılır.Diğer iş insanların özgür iradelerine bağlıdır.Özgür iradeye aykırı olarak istemeyen birisine bu tür şeyler yapmak Batı’da en büyük suçlardandır.Kamptaki bazı kadınlara göre ise yalnız gezen kızlar heryerde böyle zararlıdırlar.Polis geldi.Telsizlerden bildik sesler duyuldu.Sabah Karakola gelsinler şikaletçi olsunlar, elimizde yaralamalı olaylar var denildi.Gecenin 5’inde kızlara ağlaya ağlaya çadırlarını söktüler.Kendilerini korumayan çadır komşularına söylene söylene.Tabii canım turistin ne işi var Kamping’de.Gitsinler 5 yıldızlı otelde kalsınlar.Bize de bunu yazmak düştü.

11.GÜN
AYVALIK TEKNE TURU 16 .07.2005
Sabahki olaylardan dolayı sıkıcı bir güne başladım.Gittim yakındaki bakkaldan süt ve ekmek aldım.Kahvaltımı yapıp yöneticiyle de konuşup anlaştım.Parasını verdim.Bugün ne yapayım diye düşündüm.Ayvalıkta öncelikle yapılacak şeylerden ilki tekne turudur deyip kararımı uyguladım.Ege tur teknesiyle koyları dolaştım,papalina ve salatadan oluşan yemeğimi yedim.Buraya özgü sardalye balığının miniği papaline.Tur’dan arta kalan eksi ise animatör olarak teknenin çatısındaki tek kişilik elektronik orgdan oluşan müzisyen arkadaşın eğlence için yaptığı yarışmaya katılıp birinci olmama rağmen ödül olarak istediğim birayı aşağıdaki servis görevlisinin vermeyip yamuk yapmasıydı.Neymiş; tekne turu için iyisi küçük tekne imiş.Bir de içeride fiyatlar nedir diye sorulmalıymış.Akşam oluyordu ve Şeytan sofrasında günbatımı kaçmazdı.Hemen Motora atlayıp yetiştim.Fotoğraf çekenler adeta izdiham halindeydi.Hayırlısıyla Ayvalık Şeytan sofrası tepesinde güneşi batırıp alkışladık.Akşam yemeği ise Ayvalık çarşı içinde sebze yemekleriydi

12.GÜN
CUNDA,PATRİCİA,ALİAĞA,YENİFOÇA,İZMİR 17.07.2005
Sevan Nişanyan’ın kitabındaki; Cunda adası Patricia kilisesini görmek ilk hedef.Kahvaltıdan sonra çadırı toplayıp önce Cunda adasına sonra da adanın ucunun ucundaki Patricia’ya vardım.Buluncaya kadar iki kez yolu şaşırdım.En son yanlış yol beni,adanın ıssız bir köşesinde kazları ve köpeği ile yaşayan,bir Robinson Cruzo’ya götürdü ve doğru yolu da o tarif etti.Patricia adanın ıssız bir köşesinde sarp bir yamaçta,denizin kıyısına yaslanmış.Karadan ulaşımı zor.Yakınına kadar motorla gidip son 300 metreyi yürüdüm.Orada denizden gelen kişilerle konuştum,biz karadan otomobille gelemedik,dediler.Yıkık virane bir kilise.Burada yaşayan Rumlar taşları yan yana döşemişler,yol olmuş.Üst üste koymuşlar yapı olmuş.Bizse taşları olduğu gibi bırakmışız.
Dönüşte Cunda adasında dolaşıp Taş kahveyi gezdim.Cunda adası da Ayvalık ta çok güzel.
Motor artık dönüş yolunda.Bundan sonra özel olarak gezmeyi planladığım bir yer yok.Dönüş yolunda Aliağa’yı geçtikten sonra Yeni Foça’ya döndüm.Yol zehir dumanı altında.Buradaki hurda demir işleyen haddehaneler ortalığı epeyce kirletmişler.Arkadaşlarımı öğretmenevi tesislerinde ziyaret ettim.yemek yedik.(Devlet yemeği) İkindi yola çıktım.Menemen içine girip geçmişe bir bakış ve İzmir.Akşam yemeği ve geceleme ücretsiz.Çünkü Ali Bacanağın evindeyim.

13.GÜN
İZMİR-DENİZLİ YOLU 18.07.2005
Kahvaltıdan sonra yolcu yolunda gerek deyip,hiç durmadan,(sıcak zaten nefes aldırmıyordu) öğleyin 14.30’da eve döndüm.Kilometre’ye baktım 9050 olmuştu.Yaklaşık 2200 km. Kazasız belasız,bitti.Buna da şükür.İnşallah yeni yollar ve yolculuklar olur diye umut ediyoruz.